Merhaba!“Zekânın sınırı yoktur” derken kastettiğimiz şey, insan aklının ve öğrenme kapasitesinin mutlak bir son noktaya bağlı olmaması, yani her zaman daha ileriye taşınabilmesidir. İnsan beyninin biyolojik yapısı belli sınırlara sahip gibi görünse de, zekâ sadece sinir hücrelerinin sayısıyla ölçülen sabit bir yetenek değildir. Zekâ; öğrenme, uyum sağlama, problem çözme, yaratıcılık, soyutlama ve deneyimden anlam çıkarma süreçlerinin toplamıdır. Bu yönüyle zekâ durağan değil, gelişmeye açık ve dinamik bir yapıdır.
İnsanlık tarihine baktığımızda da bunun kanıtlarını görebiliriz. İlk insanlar yalnızca avlanmayı, barınmayı ve hayatta kalmayı başarırken, bugün aynı türden insanlar atom altı parçacıkları keşfediyor, yapay zekâ üretiyor, evrenin 13,8 milyar yıl önceki haline dair fikir yürütebiliyor. Eğer zekânın mutlak bir sınırı olsaydı, bizler belirli bir noktadan sonra hiçbir ilerleme kaydedemezdik. Oysa her yeni bilgi, yeni bir soruyu doğuruyor ve bu da zekânın sınırlarının insan için sürekli genişlediğini gösteriyor.
Bireysel ölçekte de durum benzerdir. İnsan beyninin nöron ağları deneyimle şekillenir; bir insan hayatı boyunca yeni bilgiler öğrenebilir, farklı bakış açıları geliştirebilir, zekâsını farklı alanlarda kullanmayı öğrenebilir. Bu da zekânın “donmuş” bir kapasite olmadığını, eğitildikçe, zorlandıkça, farklı deneyimlere maruz kaldıkça büyüdüğünü gösterir.
Elbette bir insanın biyolojik ömrü sınırlıdır ve beynin işleyişinde bazı doğal sınırlar vardır. Ancak zekânın sınırı yoktur derken, aslında kast edilen şey insan aklının potansiyel olarak tükenmez oluşudur. Her kuşak, kendinden öncekinin ulaştığı sınırları aşar; bilgiyi, bilimi, sanatı ve düşünceyi daha ileri taşır. Bu yüzden zekânın sınırlarını belirleyen şey doğadan çok, insanın merakı, öğrenme azmi ve hayal gücüdür.
İşte bu nedenle zekâ, sabit bir kutunun içindeki kapasite değil, sürekli genişleyen bir ufuk gibidir. Ufka doğru yürüdükçe ufuk uzaklaşır; zekâ da böyledir, her ilerleyiş yeni bir genişlik yaratır.