Aslında veriyoruz, fakat biraz geç. Belki de doğrusu budur…
Acıktığımızda hiçbir zaman doyamayacağımızı düşünür fakat karnımız doyar doymaz bu sefer tersi; hiçbir zaman acıkmayacağımızı düşünürüz.
Hasta olduğumuzda dünyamız kararır fakat iyileşince hiç hasta olmayacakmış gibi yaşamımız sürer.
Bir sorun, sıkıntı, mutsuzluk vb. yaşadığımızda bu sorunu aşamayacağımızı, sıkıntımızın geçmeyeceğini, mutsuzluğumuzun kalıcı olacağını düşünür fakat hepsini atlattıktan sonra tam tersini hissetmeye başlarız. Sorun aklımızdan gider, sıkıntı bize uzak olur, mutsuzluk aklımıza bile gelmez.
Bunların hepsinde arada bir geriye dönük hesap yapar ve arada bir yanılabiliriz fakat zaman söz konusu olduğunda , zamanımız tükenmeye yaklaşana kadar ne yazık ki bu konuda bir deneyim edinme ve dolayısı ile deyim yerinde ise tedbir alma şansını yakalayamayız.
Zaman öyle mendebur bir şey ki; ancak tükenmeye yakın kendini hissettirir. Bu nedenle de o şamaya gelene kadar hayatımızın bir öznesi olma vasfını taşımaz.
Dikkat ederseniz, ölümsüzlüğü veya uzunca bir yaşamı kastederek “kazık mı çakacağız” ifadesini hiçbir çocuk, genç yahut orta yaş grubundan duymayız. Bu ifade istisnasız belirli bir yaşa gelmiş, bir sona hazırlanan bir yaşın ifadesi olarak karşımıza çıkar. Yani hep geç hep geç…
Buraya kadar ki hiçbir ifade bunların olağan olmadığına delil değildir. Aksine bunların hepsi yaşamın en olağan seyrine delalet eder.
Hiçbir insan sürekli hastalığı düşünerek sağlıklı, açlığı düşünerek tok, acıyı düşünerek huzurlu, mutsuzluğu düşünerek mutlu hissedemez ve olamaz. Zaman niye farklı olsun ki.
Zamanın eninde sonunda tükeneceğini düşüne düşüne geçirilecek zaman en büyük zaman kaybıdır.
Ancak buna rağmen, zaman kontrolü (abartmadan) şu kısacık yaşamın doya doya ve hakkını vererek geçirilmesi (Dolu Dolu Yaşamak) konusunda bizlere muazzam bir fırsat verebilir. Saplantı haline getirmemek koşulu ile… Ve evet, zaman en değerli şeydir, telafisi mümkün olmayan...
Kaynaklar
- Prof. Dr. Özcan Köknel. Dolu Dolu Yaşamak. ISBN: 9789754053081. Yayınevi: ALTIN KİTAPLAR. sf: 255.