Bildiğim kadarıyla...
Zamanın, insan olarak bizimle özel bir bağı yok.
Bu durum; kendimizi merkeze koyma eğilimimiz ile ancak algılayabildiğimizi var sayma yanılgımızdan ileri geliyor.
Fakat buna rağmen maddi temelli oluşumuz nedeni ile zamanın bizimle doğrudan ve fakat genel bir bağı var. Çünkü zaman dediğimiz şey ta "Büyük Patlama" ile başladığı ifade edilen enerjinin maddeye dönüşümü ve bu dönüşüm ile devri başlayan maddenin serüveninden başka bir şey değil.
Yani kısacası madde yoksa zaman da yoktur. Ya da daha açık bir ifade ile zaman maddeye tabidir. Maddenin, artık yeniden üretilemeyecek denli, onu var eden enerjinin evrende dağılımına kadar sürecek olan şeydir. (Entropi )
Işık hızında zamanın durmasının nedeni de bu. Çünkü ışık kütlesi olan bir madde değildir.
Burada zamanın durması sanki hareket halindeki bir aracın ani fren yapması gibi algılanmamalıdır. Maddenin tekilliğe ( tekrar üretilemeyecek denli ve enerji olarak dağıldığı aşamaya) yolculuğunun adı olduğundan, bu tekillik aşamasında da yolculuğu ölçülecek madde olmayacağından; zamanın da artık hiç bir kıstasa göre ölçülemeyeceği ve onu ölçecek maddi hiç bir aracın olamayacağı, dolayısı ile anlamının ve varlık koşulunun yiteceği anlaşılmalıdır.
Düşünün ki uzay boşluğundayız, etrafımızda değişip dönüşen, ölçü alabileceğimiz (görelilik) hiç bir şey yok. Bedenimiz tamamen enerjiden ibaret ve fakat nasıl olmuşsa bütünlüğünü koruyor ve zihnimiz diri. "Sonsuza" kadar da böyle sürecek. Zamanın bizim için anlamı ve işlevi kalır mı?
Bu tıpkı evrenimizin, canlılığın ve hatta bedenimizin nereden nereye geldiğini ölçmek ve adına yaşlanmak dediğimiz şey gibidir. Bunu yapabilmek için en az iki nokta (merkez) bilgisine sahip olmamız lazım: Başlangıç ve bu başlangıca göre yeni konumumuz. Bu maddenin deviniminden başka bir şey değildir.
Maddenin de kaynağı enerji olunca, enerjinin de entropiye bağlı olarak sürekli "fire" verdiğini ve evrende artık tekrar madde üretemeyecek denli, evrenin geneline dağılışa doğru bir yol aldığını düşündüğümüzde; maddenin sonu gelecek ve adına evrenin ısıl ölümü denilen aşamada, madde varlığını yitireceği için ona tabi olan zaman da anlamını ve işlevini yitirecek.
Nitekim zamanın en yalın sözlük tanımı bile maddi temelli bir hareketi zorunlu kılar. Madde yoksa maddi temelli hareket de yoktur. Hareket yoksa zaman da yoktur.
Bunu kavramakta zorlanmamızın nedeni bana göre bir olguyu değerlendirirken zamanı ve mekanı birbirinden bağımsızmış gibi ele alma eğilimimiz. Bu eğilim herhangi bir tarihsel olguyu açıklarken bile hata yaptıran bir eğilim.
Şöyle düşünebiliriz: Trilyonlarca yıl sonra, evrenin ısıl ölümü gerçekleştiğinde bile, bunu dışarıdan gözlemleyebilen bir gözlemcinin elinde bir sayaç olursa zaman akmaya devam etmez mi?
İşte zaman ve mekan sorunu burada karşımıza yine çıkar. Şöyle ki; Evrenin ısıl ölümü gerçekleştiğinde bu, ölçüm yapacak olanı da kapsar, dolayısıyla böyle bir ölçüm yapılamaz. Ya da böyle bir ölçüm yapabiliyorsak, evrenin ısıl ölümü henüz gerçekleşmemiş demektir.
Çünkü her iki algılayış ta da farkında olmasak da bir merkez var. Biziz. Bir madde var. Biziz. Ve kıyasladığımız bir mekan var. Dünyamız ve içinde yaşadığımız mekan. Ta evrenin dışını bile tasavvur ederken kendimizi bir zeminde konumlandırıyor ve karşımızda ölçü alabileceğimiz bir evren tasavvur ediyoruz.
Haliyle böyle olunca da, zamanı ezeli ve ebedi var sayıyoruz. Kanımca bu; muazzam hayal dünyamızın, zaman nezdinde ve aslında kendimizi, türümüzü ezeli ve ebedi görme arzusundan ileri geliyor gibi geliyor. Yani yine merkezde bizler varız ve fakat üzgünüm ki değiliz…