Öğrenildiği-öğretildiği için!
Yoksa insan, doğası gereği her ne kadar bencil olsa da , bu doğa ona bu bencilliğini ancak bizcil olarak sürdürüp var edebileceğini tokatlaya tokatlaya öğretmiştir. Ki bugün bu yapıya toplum ismini veriyoruz ve kendimize de toplumsal (sosyal) varlık…
Ancak ne zaman ki toplum, ilkel komünal dönemin sonrasından itibaren sınıflara ayrışır ve özel mülkiyete bağlı sömürü çarkı işler işte o zaman o özlenen öze, ortaklaşmacı yaşama dönüşün önüne yapay engeller çıkarıldıkça çıkarılır.
İşte burada etnisite ve ırkçılığa varacak boyutlarda, inanç ve din ile mezhep savaşlarına varacak boyutlarda ve özellikle egemenin tekelinde çok kullanışlı bir aparat olarak beslendikçe beslenir.
Bu besleme; köleci toplumda köle sahiplerini tanrılığa vardıracak kadar, feodal toplumda kiliseye cennetin tapusunu (ENDÜLÜJANS) ve anahtarını sattıracak kadar, ötesi; engizisyon mahkemelerinde cadı avlarını, diri diri yakmaları, şeytan girmiş yalanı ile diri diri deşmeleri olağanlaştıracak kadar ve son evresinde Haçlı Seferleri ile eski ana karaları ( Asya-Avrupa-Afrika) tarumar edecek kadar sonuçlar doğurmuştur.
Kapitalist toplumun inşa sürecinde de aynı aklın egemen ve faal olduğunu görebiliyoruz. İki emperyalist paylaşım savaşında, Nazi Almanya’sında, İtalyan faşizminde doruğa çıkan bu besleme , Avrupa kıtasının dışına da , emperyalizme evirilen kapitalizmin tıkanışının açarı olarak yeni sömürge ilişkileri adı altında , iradi, stratejik ve taktiksel olarak özenle ihraç edilmiş ve bugünkü orta doğu bu inşa neticesinde ve devam eden şekilde kan gölüne dönmüştür.
Ortadoğu güncel olması açısından çok özel bir örnektir. Ortadoğu’ya bir bakın: Hiç kimse hiç kimsenin tavuğuna kışşş dememiş, bahçesindeki elmaya el uzatmamış, akan suyuna çöp atmamış ve nice mış mış mış’a rağmen, acımasızca ve yıllardır emperyalistlerin vekil atadığı yerel işbirlikçileri eli ile birbirini boğazlıyor. Hem de ve esasında hiç birinin umurunda olmayan, hayatına artı hiçbir şey katmayıp ötekinden hiçbir şey eksiltmeyen din, dil, ırk, mezhep gibi ortaçağ zihniyetinin zehri ile…
Fakat aynı zamanda aynı coğrafyada kendilerine komşularınca kışş denmeyen tavukların, el uzatılmayan elmaların, çöp atılmayan akarsuların ve nicesinin nereye ve nasıl aktığına bir bakın. Hep batıya hep batıya…Ve batının kadim emekçilerine sus payı da buradan verilerek…
Daha acı olanı, bu coğrafyada kardeşleri bir birine kırdıranın bir müddet sonra özgürlük havarisi edası ile kurtarıcılığa soyunmalarıdır. Ki buna siyaset literatüründe ve halkların kadim benzetmesi ile “katledip tabutunu taşımak” denir.
Bugün Ortadoğu coğrafyasında olan budur. Halkları birbirine din, dil, ırk, mezhep üzerinden, sayısız manipülasyon ve yalan ile ve sınırsız dezenformasyon aygıtları üzerinden ve yeri geldiğinde ilk ateşin provokasyonunu da üstlenerek kırdırıp ardından kurtarıcılığa soyunanlar, öldürdükleri ölülerimizi soymaya gelenlerdir.
Ne yazık ki her ne kadar yüzü batıya dönük olsa da ülkemiz de bu ortaçağ zihniyetinin etkisinde kalmış, kalmakta ve daha da kalacak gibi görünmektedir.
Güvencemiz; tarihin hep ileriye akacağı bilgisi ve bu kadim halkların bir zamanlar kardeşliği kutsal sayan ışığa hükmeden aydınlık temelidir. O temel hala var. Yeter ki birilerinin aparatı olmayalım ve yeter ki, bizi birbirimize düşman kılan ve en arkadaki kendini gizleyebilsin diye önümüze sıralanan bu yapay duvarları aşıp gerçek düşmanımızı, emperyalizmi ve bu coğrafyadaki varlık sebebini görüp dostumuza, dostlarımıza, dinine, diline, ırkına, mezhebine bakmadan sarılmayı becerebilelim. Emek temelinde ve örgütlü olarak. Sevgiyle...