MESLE MEKANİKLİKTE VE YARATACAĞI SIRADANLIKTA…
Mutluluğu bu denli değerli kılan şey, mutsuzluğun bizleri yerel ve küresel ölçekte çepeçevre sarmış olmasıdır. İyiliği değerli kılan şey hakim olan kötülüktür. Güzelin değeri ancak bir çirkinin varlığı ile kıyaslanabilir. Tıpkı demokrasinin öneminin ve vazgeçilmezliğinin , iki dünya savaşına vesile olan emperyalizm ve dayandığı temel yönetme şekli olan faşizmin yarattığı yıkımdır.
Diyalektiğin temel yasalarından biridir: Zıtların birliği ve çelişkisi. Ancak bu sosyolojik karşılık olarak toplumların bugünkü aşaması ile ilgilidir. Ve öngörülen odur ki insanlık bu aşamayı da aşacak birikime ve yetiye sahip. Güvencemiz; insanlığın tarih boyunca arkada bıraktığı yol. Yani diyalektiğin ikinci yasası: Her şey ileri akar…
Bu güvence, hayata dair olumlu olarak, bugün gözümüz gibi baktığımız ve bizim için hayat memat meselesi olan her şeyin artık bir ihtiyaç olmayacak denli olağanlaşmasını da ön görür.
Öyle bir sistem düşünün ki demokrasi bir ihtiyaç olmasın. Öyle bir yaşam düşleyin ki barış, özgürlük, adalet bir ihtiyaç olmasın.
Öyle bir insanlık aşaması düşünün ki, mutluluk, huzur, sevgi bir ihtiyaç olmasın…
İtirazları duyar gibiyim: Nasıl yani bunlar önemsizleşecek mi? Elbette hayır. Önemsiz olmak ile ihtiyaç duymamak farklı şeyler.
Bugün aldığımız nefesin olağanlığı, özel olarak ve hasta olmadığımız sürece bir ihtiyaç olarak aklımıza bile gelmiyor olması, onu sıradanlaştırmaz, önemsizleştirmez sadece oksijenin bolluğuna delalet eder.
Hakeza bunca üretime ve tüketim çılgınlığına, obeziteye ve çöpe atılan yiyeceğe rağmen her gün açlıktan 24 bin çocuğun öldüğü bir dünyada ekmek en azizinden nimettir ve çok ciddi bir ihtiyaçtır. Ancak dileyene dilediği kadar ekmeğin sağlanabildiği bir dünya hayal edin. Bu dünyada ekmek en azizinden nimet olmaya devam eder fakat aklımıza hiçbir zaman bir ihtiyaç olduğu gelmez. Bu ihtiyaç hissinden de ekmek arayışımız olmaz çünkü öyle bir derdimiz kalmaz: İstediğimiz zaman istediğimiz kadar ulaşabiliriz.
Mutluluk da bundan farklı değil. Bugün mutluluğu hayati düzeyde en çok talep deden, onun için en çok çaba sarfeden bireyler ve toplumlar, bundan en yoksun olanlardır. Bu nedenle onların nadir yakalayabildiği mutluluğun ölçüsü yoktur. Oysa aynı zaman diliminde olağan yaşam akışı içinde, temel insani ihtiyaçlarının da ötesine geçebilecek denli, her alanda gelişmiş ve zaten mutlu olan birey ve toplumlar (Bugün için ilk sırayı İskandinav ülkeleri alıyor) için mutluluğun olağanlaşmış olması onu sıradanlaştırmıyor, sadece bolca varlığı arama derdini azaltıyor ya da ortadan kaldırıyor.
Dolayısı ile böylesi toplumlarda öncelik sıralamasında, varlığının olağanlığı ile kendisinin sürekliliği nedeni ile, tıpkı soluduğumuz hava gibi, mutluluğun bizleri sıkması eşyanın doğasına aykırıdır. Çünkü aklımıza bile gelmez. Mutluluğun tanımı da buna yöneliktir.
İster sosyal ilişkilerimizde, ister temel ihtiyaçlarımızda, ister toplumsal ilişkilerimizde insan yaşamına içkin maddi-manevi (yemekten felsefeye kadar) her şeyde sıkan şey; süreklilik, bolluk, olağanlık değil aksine sıradanlık ve mekanikliktir.
İşte bu sıradanlık ve mekaniklik; değil mutlulukta ve karın tokluğunda, mutsuzlukta ve açlıkta bile bizleri inanılmaz derecede sıkar. Çünkü mekaniklik ve sıradanlık evrenin de türümüzün de evrimine aykırıdır. Zira bunların (mekaniklik ve sıradanlık) egemen olduğu bir yerde mutluluk da olmaz.
Yine de keşke sıkılacak kadar karnımız doysa, kendimizi güvende hissetsek, sevsek, sevilsek ve mutlu edip mutlu olabilsek. MUTLUYSAK SIKILMIYORUZ DEMEKTİR![2]
Kaynaklar
- JİDDU KRİŞNAMURTİ. (2015). İç Özgürlük. Yayınevi: YOL YAYINLARI. sf: 175.
- Georges Politzer. (2012). Felsefenin Başlangiç İlkeleri. Yayınevi: Sol yayınları. sf: 208.