Davranış modelleri, karakteristik özellikler sadece genetik ile açıklayamayacağımız çok faktörlü değişkenlere bağlı kompleks sonuçlardır.
Artık genetiğin yaşamımızdaki önemi giderek azalıyor. Çünkü biliyoruz ki, epigenetik (epi=üstü) çok daha merkezde ve etkin. Bireyin karakter - şahsiyet oluşumu erken dönem deneyimler üzerinden yoğun şekilde biçimlenmekte. KONNEKTOM projesi, beynin bağlantısal bütünselliği araştırmaları genom projesi sonrası bizi biz yapanın gen den çok, beynin deneyime bağlı oluşturduğu kompleks bağlar bütünü olduğu üzerine odaklandı. Yani erken dönemde maruz kalınacak olumsuz yaklaşım, eğitilme şekilleri bireyi daha efektif biçimde suç olarak tanımladığımız norm dışı davranışlara itecektir. Yetişkin olmayan bireyin henüz düşünsel yetkinliği tam oluşmadığı için, karşılaştığı olumsuz durumlarla baş edebilme, hatta tanımlama - kavrama , tavır belirleme konularında yetişkin birey gibi etkileşim kuramamaktadır. (Bir çok yetişkin bile böyle olabilmekte)
Yaşam şekli, gen ekspresyonlarını DEĞİŞTİREBİLİR. Gene ait bir özellik ON ya da OFF olabiliyor yaşam şekli - deneyime bağlı olarak.
Soruda geçen doğrudan suça iten faktör açısından PATOLOJİler öne çıkmakta. Beyin tümörü gibi (örneklerini haberlere yansıyan olaylarda gördük) patolojik bir etkenin kişinin karakter örüntüsünü bozarak suç işlemesine neden olabildiği biliniyor. (Bu tarz suçlar, klinik olarak patolojiye bağlandığında nörohukuk tarafından ele alınıyor yavaş yavaş)
Genetik olarak içinde bulunulan yaşam şartlarına, sosyal uyuma göre en olumsuz yapıya sahip insanlara ait bir popülasyon düşünelim. Eğer burada düşünsel anlamda bireyleri huzurlu yapacak çok iyi bir sosyal yapılanmayla, doğru yaşam modelleri üzerinden bir yaşam biçimi dizayn edilirse, olumsuz gen ekspresyonlarının önüne geçilebilir sürece bağlı olarak. En iyi genetik yapıya sahip bireyler de, stresin sosyal kutuplaşmaların çatışmaların yoğun olduğu sosyal işleyişlerde olumsuz gen ekspresyonu nedeniyle (ve tabii ki bu olumsuz yaşam şeklinin çok daha farklı etkileriyle de) suç olasılığı artabilir.
Temelde yaşamda kalma dürtüsüyle ayakta kaldığımız için, yaşamın devamını tehlikeye sokacak her türlü faktör, bizi strese, dürtüselliğe itebilir.
Genetik olarak elenerek geride kalması gereken grup, sigara alkol gibi kötü alışkanlıkları olan, gelecek nesillerin sağlık durumunu olumsuz etkileyen popülasyon. Onların tedavilerinin yapılmayıp elenmesi, hem gelecek nesillere hem de yaşarken etraflarındaki diğer bireylere verdikleri zararların ortadan kaldırılması gerekmekte. Tabii ki teorik olarak, idealist bir söylem olduğunu söylemeye gerek yok. Bireyleri yaşam biçimlerinden dolayı aşağı ya da üstün olarak tanımlayamayacağımız aşikar.