ÇOK GÜZEL BİR SORU,KUTLARIM…
Solipsizm ya da daha güncel tabiri ile tekbencilik; Latince kökenli SOLUS (teklik) ile İPSE (ben) sözcüklerinin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş felsefe terimi.
Burada “ben” dışında hiçbir gerçeklik tasavvuru yoktur, o da sadece öznel değil aynı zamanda soyuttur da. Yani aslında somut olarak bir gerçeklik de yoktur. Var olanlar, olduğu sanılanlar yine “ben”in tasavvurunun kendisi ve yüzü suyu hürmetine ve izni iledir. Her şeyin merkezinde “ben” vardır ve her şey sadece “ben” tarafından algılandığı için ve algılandığı sürece vardır.
Öznel idealizmin amentüsüdür ve her şeyi kendisinin tasavvuruna indirger. Felsfede tekbencilik varlık bilgisi ve bilgi kuramı olmak üzere iki farklı şekilde kullanılır. Varlık bilgisinde kişinin kendi beni dışında hiçbir şey yoktur. Bilgi kuramında ise; kişinin kendi öz beni dışında hiçbir şeyi bilemeyeceği savunusu öne çıkar.
Yine felsefede “ben”i temel çıkış ve dayanak noktası yapan görüşe yöntembilgisel tekbencilik denmektedir. Kendini de en belirgin biçimde Descartes ve Driesch’in felsefelerinde ortaya koyar.
Bu felsefe ile bilimin bir noktada, tarihsel süreç içerisinde ve kuşkuculuk temelinde her ne kadar ortaklaştırılması çabası olsa da, tekbencilikteki kendi varlığından dahi duyulan ve varlık üzerinden yokluğu (hiçliği) kanıtlama hizmetine amade kılınan kuşku ile bilimin gelişme koşullu kuşkuculuğu arasında dağlar kadar fark vardır. İlki temelini yokluğa ikincisi varlığa dayandırır.
Buraya kadar ki olan felsefi literatür.
Şimdi soru soralım:
1. Bir tek ben varım, dışımdaki her şey benim tasavvurum ve yaratımım.
2. Bir şeyler var görünüyorsa benim yüzüm suyu hürmetine
3. Esas olan benim, geriye kalan her şey tali ve bana tabi.
Bir şeyleri çağrıştırıyor mu?
Devam edelim…
“Tanrı”nın bile bu denli bir yalnızlığı kendine reva görmediği için alemleri yarattığı söylenir. Yarattıkları aynı zamanda kendisinin aynasıdır ve onlarda kendini görür.
Doğrudur ya da değildir, hatta vardır ya da yoktur bu ayrı bir tartışma konusu. Ancak söz konusu olan yemek yiyen, acıkan, uykusu gelen, aciz, yalnız, güçsüz bir etten-kemikten, karbon alaşımlı canlı ise, hele ki bu canlı kafasını toslayana kadar bir ağacı, içine düşene kadar bir çukuru, midesi guruldayıp onu yemek arayışına itene kadar açlığı, göz kapakları kendiliğinden kapanana kadar uykusuzluğu ve nicesini sırf kendi görmüyor, hissetmiyor veya algı düzlemine yansımıyor diyen yok sayarsa ve her yok saydığı, her geçen gün biraz daha onu umutsuzluğa, kabullenilmeyen derin hayal kırıklıklarına sevk ederse, üstüne bir de zihinsel ve bedensel besin yetersizliğinden her geçen gün daha da sağlıksız bir zihnin karanlık koridorlarında ve tek başına dolaşmak zorunda kalırsa; bu güya “yüce” olan bir sendroma dönüşür…
Elbette çürütülür. Zaten bu soruyu aklın bir tezahürü ve zihinsel olarak ve bir cevap aramak üzere sormuş, bu bilimin bize armağanı olan bu platformu kullanmış ve nice bilim severe ulaşmış, ben gibi bu saatte maddi bir araç olan klavyeyi kullanarak ve parmaklarım ağrıyarak size cevap verme derdine düşmüş olmanız, olmam bunu çürütmek için yeterli.
Bizler elbette doğayı ve maddi evreni zihnimize yansıdığı üzerinden ve “soyut” olarak algılarız. Ancak bu bizim dışımızda somut bir evrenin var olmadığı anlamına gelmez. Kanıt mı: Zihnimizin, düşüncelerimizin aslında çok da soyut olmadığını, kimyasallar ile fiziğin evrimsel bir yan ürünü olduğunu bilim kanıtlayalı çok oldu.
Dahası; var sayalım ki biz tekbenciliz. Bunu nereden biliyoruz? Bu tanımlamayı bize yaptıran ne? Bize tabi olduğunu düşündüğümüz her “şey”, dikkat edin “şey” dedim nedir? Kendimizden dahi kuşku duymak için önce kuşku duyacak bir varlığa (kendimize) ihtiyacımız yok mu? Şayet yok ise bu aynı zamanda biz de yokuz anlamına gelmez mi? Bu durumda ben yarım saattir neden klavye başında cevap yazmaya çalışıyorum? Bu soruyu soran kim? …
Felsefe nihayetinde akıl sevgisidir. Ki bu sevgi onu kullanmayı gerektirir ve akıllı insan sizin gibi kafası karıştığında soru sorar.
Kimilerine göre de aklı sevmek onu içten içe kemirip tüketmek şeklinde de olabilir. Fakat burada da kemirilmesi gereken bir şey ve kemiren bir şey olmak zorunda değil mi? Yine “şey” (varlık) dedim.
Size naçizane Georges Politzer’in “Felsefenin Temel İlkeleri” kitabını öneririm. Beğenmez iseniz bütün paylaşımlarıma olumsuz oy verip beni cezalandırın. Yeminle. Gülücük. Sevgiyle…
(Not: Hatta size hediye etmekten de mutluluk duyarım)
Kaynaklar
- Georges Politzer. Felsefenin Temel İlkeleri. ISBN: 9789757399360. Yayınevi: Sol yayınları. sf: 544.
- Abdülbaki Güçlü, et al. (2003). Felsefe Sözlügü. Yayınevi: Bilim ve Sanat. sf: 1728.