Bilgi ve bilgelik aynı şey değil. Eski kelimelerle biri ilim diğeri irfan. İngilizce'de biri knolwge diğeri wisdom. İlim barındıran alim(bilgin), irfan barındıran arif(bilge). İlim-bilgi verinin analiziyken irfan-bilgelik verinin kaynağını tanıma, idrak etme, yorumlamayı ders çıkarmayı içerir. Bu yüzden bilgelik göreceli olduğu için mutlak bilgelik diye bir şey olmaz. Bilginlikte ise mutlaklık teoride mümkün pratikte imkansızlık söz konusudur. Bu terminolojik sorunları bir kenara bırakıp sorunu anladığım şekilde cevaplandırmak istiyorum.
Şu an cahil olup olmadığımızı nasıl bileceğiz? Ya henüz cahil olduğumuzu anlayamayacak kadar bilgisizsek, cahil olduğumuz için bunu anlayamıyorsak? Bence bir yöntemi var. Bu da dunning-kruger etkisi.
https://tezgahcilar.com/wp-content/uploads/2020/06/teori.png
Bu grafiği bilmeyene artık kız vermiyorlar, yerde tekmeliyorlar, etrafına çember oluşturup tekerleme söylerek dalga geçiyorlar.
Bu grafikte ''aptallığın zirvesi'' olarak tanımlanmış kısım(İlber Ortaylı'nın yarı cahiller dediği kişilerin bulunduğu seviye) kastettiğiniz ''bir şey öğrenip kendini alim sananlar'' oluyor. Ben herşeyi çözdüm hissi burada yaşanıyor. Işidci, marksist, milliyetçi, anarşist fark etmez herhangi bir ideolojinin militanları buradadır. Buradaki insan bildiklerinden emin olmanın zirvesindedir. Vakti zamanında Mezopotamya kralları kendilerini tanrıların halefi sayardı. Sonra Sargon'un oğlu Naramsin kendisini tanrı ilan etti. Çünkü neredeyse bütün Irak ve Suriye'nin doğusunu almıştı yani hemen hemen Dünya'yı ele geçirmişti! İki bin yıl sonra bu arazileri kendini Tanrı'nın bir çeşit seyisi addeden İmparatorların tayin ettiği bir-iki tane emir idare edecekti. Biraz benzer bir durum ama ben analojiyi bir fatihin gözünden kurmayayım bir balık üzerinden kurayım.
Bir balık olduğumuzu düşünelim. Büyüdükçe suda daha fazla hareket edebiliyoruz ve denizleri daha çok keşfediyoruz.
Öğrenilen her bilgi, öğrenilecek bir çok bilginin ip ucunu içerir. Böylece büyüdükçe daha çok gezebilen bir balık gibi öğrenilecek bilgiler denizleri de keşfedilir ve gözümüzde bu denizler büyür. Ama boyutumuz büyüdükçe kendi gözümüzde küçülüyoruz çünkü denizlerin ne kadar büyük olduğunu daha iyi anlıyoruz. İşte nihayet o grafikteki ''umutsuzluk çukuru''na ulaşırız. Bu çukurda aşağı yukarı öğrenmenin ne olduğu, öğrenilecek nelerin kaldığı belli olmuştur. Artık öğrenilecek her şeyi tanıyacak kadar çok şey biliyoruz yani denizlerin boyutunu öğrenecek kadar büyüdük. Eski halimizden çok daha büyük olduğumuz halde eskiden denizi daha küçük sandığımızdan kendimizi de çok büyük görüyorduk. Kendimizi en küçük gördüğümüz an bu nokta. Bu nokta önemli. Henüz farkında olmasak da denizlerin sınırlarını keşfetmiş bulunmaktayız. Ama bunu farkedebilmek için için biraz daha büyüyerek yüzmeye devam etmeliyiz.
Buradan sonra hala bir şeyler öğrendikçe, öğrendiklerimiz artıyor ama öğreneceklerimiz o kadar fazla artmıyor. Aşağı yukarı nelerin bilindiği, nasıl bilindiği, nelerin bilinmediği, neden bilinmediği tarafımızca anlaşılmış durumda. İp uçlarının hepsini avcumuzda topladık. Artık ne öğrenirsek kendi gözümüzde o kadar büyüyoruz ve büyüdüğümüzün farkındayız. Denizler fazla büyümüyor ama biz giderek büyüyoruz.
İşte bu grafikte 'umutsuzluk çukuru' diye tarif edilen noktayı tecrübe etmemiş birisi kendini cahil görmüyorsa aptaldır. Tecrübe eden kişi kendini cahil görmüyorsa bilgindir. O noktadan sonra kendi bilgimizin büyüklüğünü hep doğru biliriz. Kişi kendine o noktayı görüp görmediğini sormalı. Ha başkasının görüp görmediğini nasıl anlarız? O noktayı görmeyen anlayamaz :D Anladığını sanar. Birinin bilgisini tartabilmek için o konu hakkında yeterince şey bilmek gerek.