Türkiye'nin bozuk eğitim sistemi düzelmez. Düzelmediği gibi daha da kötüye gidecek. Şu anki durumun bize gösterdiği acı gerçek bu.
Çünkü Türk insanı, eğitimin ne olduğunu dahi bilmiyor ve bu nedenle de bozukluğu da yanlış tanımlıyor. Sorunun tespit edilemediği bir sistemin düzelmesi zaten mümkün değildir.
Türkiye'de üniversite dediğimiz kurum, bir meslek edinme ve iş bulma kurumu gibi algılanıyor. Sorun burada başlıyor. İş ararken cv'de bir satırlık bilgi. İş başvurusu yapan kişinin zekasını, çalışma azmini, sosyal statüsünü anlamamıza yardımcı olan bir kıstas, o kadar.
Peki gerçekte nedir? Üniversite, her hangi bir çalışma alanının tüm tarihsel birikiminin depolandığı ve o birikime katkılar yapıldığı bir yerdir. Buna göre de bir çalışma alanının tüm birikiminin öğrenciye öğretildiği ve üzerine de bir şeyler katıldığı, öğrencinin de bu ilerlemeye katkılar yapmasının beklendiği yerdir. Biz ise üniversitelerimizi, her hangi bir çalışma alanının birikiminin depolandığı yerler olarak bile inşa edemiyoruz. Bu nedenle de bir ilerlemeden söz etmek olanaksız. Çünkü halkın ve halkın üniversitelerdeki temsilcileri olan öğrencilerin üniversitelerden beklediği bu değil. Çocuğumun bir mesleği olsun, bir altın bileziği olsun diyor aileler. Normalde bunu sağlayacak olan kurum meslek liseleridir.
Tüm bu eksikliklerin ve çarpıklıkların kaynağında ise halkımızda bir bilim kültürünün var olmaması var. Bilimin ne olduğunu bile bilmiyoruz, ona saygı duymuyoruz, onu öğrenmeye çalışmıyoruz. Çocuklarımızın bilim yapması değil geçinmesi ile ilgileniyoruz. Yani halkımız de eğitimsiz. Ve işte tavuk-yumurta ikilemine geldik. Eğitimsiz toplum bilimin değerini bilmiyor. Bilimin değerini bilmeyince de eğitimsiz kalmaya devam ediyor.
Ayrıca müfredatlarımız, çağdaş ve ilerici değil. Dünya'nın çok gerisindeyiz, Dünyanın ilerlemesine bir katkı yapmıyoruz, yapanları dışlıyoruz, onlar da ülkeden kaçıp gidiyorlar. Çünkü eğitim kıstaslarımız bilimsel bir ilerlemeyi hedef almıyor. Eğitimdeki amacımız ilerlemek değil, var olanı muhafaza etmek. Var olanı muhafaza ederek ilerlenebileceğini fark edebilmiş değiliz. Ya da belki de var olanlar ilerlememizi engelliyordur. Eğer bu bir gerçekse zaten bunu gizlemek için ilerlemeyi istemiyoruz.
Eğitimcilerin büyük çoğunluğu, maaş için bu mesleği yapıyorlar. Öğrencileri ileriye taşımak isteyen eğitimci sayısı çok az. Bu durumda öğrenciler bilgiyle değil eğitmenleri ile uğraşıyorlar. Okulları bitirip oradan çekip gitme motivasyonu ile okuyorlar. Okullar, mecburiyet haline geldi denebilir. İstenen şey bilgi değil, kağıt. Adına da diploma diyoruz.
Türkiye, çıkışsız bir sarmala girmiş durumda. Bu çıkışsızlık için çok büyük bir silkinmeye ihtiyaç var. Bu silkinme için de büyük bir reforma. Büyük bir reform için ise vizyon sahibi, büyük bir lidere. Ancak böylesine büyük liderler pek nadiren Dünyaya geliyorlar ve biz hakkımızı geçtiğimiz yüzyılda kullandık. Bir büyük liderin daha bu yüzyılda ülkemizden çıkıp kendisini feda edip ülkesine büyük bir reform yaşatması çok düşük bir olasılık. O nedenle kimsenin bu konuda bir umudu da yok. Herkes kendisini kurtarmaya uğraşıyor. Sonuç da bu...