Sivrisinekler, evrim sürecinde pıhtı engelleyici madde salgılamadan önce de kanla besleniyorlardı. Ancak, kanın pıhtılaşması onlar için bir sorun teşkil ediyordu. Kan pıhtılaştığında, sivrisineğin ağız yapısını tıkayarak kan emmesini engelliyor ve ayrıca sivrisineğin kan damarından ayrılmasını zorlaştırıyordu. Bu da sivrisineğin hem daha az beslenmesine hem de daha kolay fark edilip öldürülmesine yol açıyordu.
Bu nedenle, sivrisinekler, kanın pıhtılaşmasını önleyen veya geciktiren maddeleri salgılayan genetik varyasyonlara sahip olan bireylerin daha başarılı olmasını sağlayan doğal seçilim baskısı altındaydılar. Bu maddeler, sivrisineğin tükürüğünde bulunan antikoagülanlar olarak adlandırılır. Antikoagülanlar, kanın pıhtılaşmasını sağlayan faktörleri inhibe ederek veya parçalayarak sivrisineğin kan emmesini kolaylaştırır. Ayrıca, antikoagülanlar, sivrisineğin ısırığına karşı bağışıklık sisteminin tepkisini de azaltarak sivrisineğin kaçış şansını artırır.
Antikoagülan salgılama yeteneği, sivrisinekler için bir adaptasyon olarak gelişmiştir. Bu adaptasyon, evrim sürecinde farklı sivrisinek türleri arasında da çeşitlilik gösterir. Örneğin, Aedes aegypti türü sivrisinekler, insan kanının pıhtılaşmasını önlemek için apyrase adlı bir enzim salgılarken, Anopheles stephensi türü sivrisinekler, trombin adlı bir proteinin aktivitesini engelleyen bir peptid salgılar. Bu şekilde, farklı sivrisinek türleri, farklı antikoagülan moleküllerinin evrimleşmesiyle kan emme stratejilerini geliştirmişlerdir.