ONA BİZ KARAR VEREMEYİZ, ANCAK ELEŞTİRİ HAKKIMIZ SAKLI KALIR…
Sanatın onlarca farklı tanımı mevcut. Her sanatın dünyayı ve yaşamı algılama tercihine bağlı olarak dayandığı bir felsefe vardır. Kimi sanat sanat içindir derken, sanatçının iç dünyasının paylaşımını öne koyar. Kimi sanat halk içindir der ve değiştirme gücüne vurgu yapar. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Kanımca, her ne koşulda olursa olsun bir şeyin sanat olması için sahip olması gereken şeylerin başında estetik kaygı, yoğunlaşmış duygu, emeğe dayalı yaratım ve kendini ifade ihtiyacı gelir.
Çıplaklık meselesine gelince; kadın erkek fark etmeksizin, çıplaklığın hangi temele oturtulduğu önemlidir. Bir pazara hitap etme kaygısı ile metalaşmış bedenlerin teşhiri mi, yaşanılan toplumun kalıplaşmış ve fakat aşılması gerektiği düşünülen muhafazakar yargılarına yönelik özgürlük temelli bir başkaldırı mı? Öze dönüş mü?
İlki ; kapitalist dünya algısının her şeyi ve özellikle kadın bedeni üzerinden metalaştıran bir yabancılaşmaya delalet eder.
İkincisi; sanatçıya bağlıdır. Bir bunalımın ürünü de olabilir, bir yetersizlik duygusunun da, aşılamayan ve itiraf edilemeyen özel mülkiyetçi bir açlığın da ürünü olabilir, sadece ve safça bir duygu selinin de…
Çıplaklığın kendisi mesele değildir. Evrimsel olarak da, Havva ve Adem tasvirlerinde olduğu üzere yaratılış açısından da çıplaklık olağandır. Sayısı parmakla sayılacak kadar azalmış olsa da çıplaklığa ayrı bir anlam yükleme ihtiyacı duymadan komünal yaşam süren kabileler de mevcuttur.
Ancak ne zaman ki özel mülkiyet ilk olarak kadın bedeni üzerinden hüküm sürmeye başladı ve aile kavramı, çocuğu toplumun uhdesinden alıp dar anlamı ile birinci dereceden kan bağına dayalı bir yapıya mahkum etti, işte o zaman büyü bozuldu ve anaerkillik yerini ataerkilliğe bıraktı. Böylece çıplaklık ya da daha geniş ifadesi ile cinsellik ağırlıklı olarak ve kadın bedeni üzerinden, pazarı çok geniş bir metaya dönüştü. Kitaplar, dini öğretiler, toplumsal normlar ve nicesi bunu sürekli besleyecek bir araca iradi olarak dönüştürüldü.
Feminizm her ne kadar bir özgürleşme hareketi olarak doğmuş ve erkek egemen topluma özellikle kadın özgürlüğü açısından önceleri söz ve yetki, zamanla isyan,, serbestlik, çıplaklık, cinsel yönelimler vb. üzerinden bir meydan okuma argümanı ile çıkmışsa da özü itibarı ile yukarıda izah etmeye çalıştığım sınıfsal temeli çoğu zaman görmezden gelişi ve sorunu sınıf temelli tercihler yerine egemen olmayan ve aslında kendi gibi düşünen erkelere dayandırması hem muazzam bir müttefikten mahrum olmasına hem de olayın özünü kaçırmasından kaynaklı asıl mücadele etmesi gereken ataerkil, mülkiyetçi sistemin farkında olmadan dişlisi olmasına neden olmuştur.
Fakat buna rağmen hiçbir şey, kadının kendi bedeni üzerindeki tasarrufuna, tercihlerine ve inandığı şekli ile özgürleşme mücadelesine, cinsel yönelimler ve çıplaklık dahil, karşı durmanın haklı bir gerekçesi değildir. Hele ki kadını mülk gören erkek için…
Akıla akılla, bilime bilimle , sanata sanatla yanıt verilmesi gerektiği kanısındayım. Sınır koyarak değil. Sanat adına yapılan ve çıplaklık, cinsellik vb. içeren en absürt şeyler için bile… Hatta teşhir bile olsa…Eleştiri hakkı saklı kalır. Beğenmeyiz, seyretmeyiz, satın almayız olur biter…