Her ikisinin ve eşgüdüm halinde diye düşünüyorum.
Çünkü Felsefe akıl sevgisidir. Akıl yürütmenin beşiği, bilimin ebesidir. Haliyle henüz somut olarak ölçemediğimiz, gözlemleyemediğimiz, sınayamadığımız bir alandan bahsediyorsak, bunu bugün sahip olduğumuz bilim ile ve eldeki veriler ışığında ancak ön görebiliriz. Dolayısı ile öngörü de aklın bir ürünü ve akıl yürütmenin bir neticesi olduğuna göre, akıl yürütme de akıl sevgisi adı verilen felsefenin temel uğraşı olunca, bu kavşakta (öngörü kavşağında) felsefe ile bilim kol kola girer ve birlikte yürür.
Bilinmeze doğru yürünen yolda felsefe “akıl ile” bilime ışık tutar, bilim “deney, gözlem, ölçüm ve kaynağını bunlardan alan teorileri ile” o yolun kaldırım taşlarını döşer.
Her yeni durak her iki disiplinin yeniden konumlanışını sağlar. Felsefe daha bir kendinden emin ve doğru istikamette ışık tutmaya; bilim de o istikamette “insanlığın emin adımlarla yürüyebileceği” yeniden kaldırım taşlarını döşemeye devam eder.
Felsefe olmasaydı bilim diye bir şey olmazdı ve fakat bilim olmasaydı felsefenin de insanlık nazarında hiçbir hikmeti olmazdı. Nitekim hikmetsiz “felsefi “ akımlar da az değil. Tıpkı sahte bilimler olduğu gibi…
Tabi burada kastettiğimiz felsefe, materyalist felsefedir.
(Maddecilik, özdekçilik veya materyalizm, her şeyin maddeden oluştuğunu ve bilinç de dahil olmak üzere bütün görüngülerin maddi etkileşimler sonucu oluştuğunu öne süren, a priori ( ön kabul içeren-önsel) olan hiçbir metafiziksel kavramı (Hele ki bilime kaynaklık teşkil edecek şekilde) kabul etmeyen felsefe kuramı.)