Simyacı, okuduğum en vasat, en niteliksiz romanlardan biri. Nasıl bu kadar sevilmiş, nasıl bu kadar ilgi ve saygı görmüş anlamakta zorlanıyorum. Kendi dönemi için önemli bir eser olduğu iddia edilse romanın 1988'de yayınlandığı dikkate alınırsa kendi dönemi için de zerre özgünlük barındırmayan bir çalışma olduğu görülür. Bir karakterin nereye varacağını bilmediği bir yolculuğa çıkması, bu yolculuğun ruhani bir yolculuğu temsil etmesi, yolculuğun her aşamasında ayrı deneyimler, kişiler, olaylar vs. deneyimlemesi vs. o kadar sıkıcı ve bilindik ki... Bin senelik Simurg efsanesi bile Simyacı'dan daha çarpıcı ve güncel bence. Ve eserin anlatımı da son derecede sıkıcı, detaysız, özgünlük içermiyor ve aslında anlatmak istediğini derinleştirmiyor. Ve özellikle karakterleri çok ama çok yüzeysel ve niteliksiz.
Neresinden tutsam Simyacı'nın hiç bir övülecek tarafını bulamıyorum. Hiç ama hiç bir tarafı beni etkilemedi. Cevap verecek kişinin kişisel görüşünü sordunuz için kişisel cevap verdim yoksa ben bir otorite değilim neticede ama edebiyat, anlatı tarihine baktığımızda da Simyacı'nın anlattıklarını ondan yüzlerce yıl önce (Simurg gibi) ve ondan daha güçlü biçimde anlatmış birçok öykü var. Ki zaten eline değneği sırtına küfeyi alıp ruhanilik aramak, koyunlarla konuşma, din adamı olup dağ bayır gezme, bir ağacın dibine uzanıp gökyüzüne bakıp evrenin sırlarını düşünme falan gibi şeyler artık kimi etkiler, kimi duygulandırır, kimi düşündürür bilemiyorum. Kişisel zevk ve tercihlere bir şey diyemeyiz ama önümüzde devasa bir anlatı tarihi var. Aynı öyküleri tekrar tekrar anlatacak isek bir parça renk, bir parça özgünlük, bir parça ikna edicilik beklemek normal olsa gerek.