Bu konu, bilim tarihinin en çok yanlış anlaşılan noktalarından biri bence. Çünkü mesele, sadece kimin önce bulduğu değil; kimin neyi, hangi anlamla ortaya koyduğu meselesi.
Hendrik Lorentz, 1890’larda ışığın eter içinde yayılmasını açıklamak için bugün “Lorentz dönüşümleri” dediğimiz formülleri geliştirdi. Hareketli bir gözlemcinin ölçümlerinde zamanın ve uzunluğun nasıl değiştiğini matematiksel olarak göstermeyi başardı. Ancak Lorentz’in amacı, o dönemin hâkim görüşü olan eter kuramını kurtarmaktı. Yani onun gözünde zaman ve uzay hâlâ mutlak kavramlardı ve sadece eter içinde hareket eden cisimlerin ölçümleri deforme oluyordu.
Einstein’ın 1905’te yaptığı ise aynı formülleri alıp, onların fiziksel anlamını tamamen değiştirmek oldu. “Eter yok,” dedi ve ışık hızını her gözlemci için sabit kabul etti. Böylece zaman ve uzayı mutlak olmaktan çıkarıp göreli kavramlar hâline getirdi. Yani aynı matematik, bambaşka bir evreni anlatmaya başladı. Bu yüzden Einstein’a atfedilen şey, formüllerin kendisi değil; o formüllerin arkasındaki fiziksel devrimdir. Lorentz, matematiği buldu; Einstein, doğayı onunla yeniden tanımladı.
Etik açıdan ise Einstein’ın tavrı gayet açık. 1905 tarihli makalesinde Lorentz’in ve Poincaré’nin önceki çalışmalarına açıkça atıfta bulunur. Dolayısıyla burada “emeğin çalınması” gibi bir durumdan söz etmek bana göre doğru olmaz. Sorun daha çok, zaman içinde oluşan popüler anlatının basitleştirici etkisinde. Medya ve ders kitapları Einstein’ı “tek başına devrim yapan dahi” olarak yüceltirken, Lorentz ve Poincaré gibi isimlerin katkıları arka planda kaldı.
[1]Benim için burada asıl önemli olan şu: Bilimde bazen bir formülü yazmak değil, o formülün neyi anlattığını fark etmek devrimi yaratır. Einstein’ın yaptığı tam olarak buydu. Lorentz’in temellerini attığı matematik, Einstein’ın elinde fiziğin anlamını değiştirdi. Ve bana göre bu fark, etik tartışmalardan çok daha büyük bir zihinsel dönüşümü temsil ediyor.