Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak;
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir lâf var, buyurun size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodrum!
Yukarıdaki mısralar Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in 1947’de yazdığı ‘Destan’ isimli şiirin ilk iki kıt’asıdır. Necip Fazıl, 26 Mayıs 1904’te İstanbul’da büyük bir konakta dünyaya geldi. Baba tarafından Maraşlı olan Necip Fazıl, Heybeliada Bahriye mektebinden sonra İstanbul Dârülfünûn’u (Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünü bitirdi. Avrupa’ya tahsile gönderilen ilk Cumhuriyet talebeleri arasında yer aldı ve Paris’e gitti. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. Sorbon’daki eğitimini yarıda bırakarak yurda döndü.
İlk şiirleri, 1923’de Yeni Mecmua’da yayınladı.1928 yılında, henüz 24 yaşındayken ikinci şiir kitabı ‘Kaldırımlar’ın yayınlanmasıyla birlikte, birden şöhretin zirvesine çıktı. Çeşitli bankalarda çalıştı ve müfettişliğe kadar yükseldi. Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet konservatuarı, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve Robert Kolej’de hocalık yaptı. 1934 yılında, otuz yaşını daha yeni doldurmuş bir genç iken yolu, mürşidi Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ne uğradı. Onu tanıdıktan sonra dünyası değişti. Geçmiş hayatına bir sünger çekerek kendisine yeni bir yol çizdi. İrşad olayını, efendisinin diriltici ve oldurucu ‘nazarı’nı (bakışını) iki mısra ile şöyle şiirleştirdi:
Bana, yakan gözlerle bir kerecik baktınız;
Ruhuma, büyük temel çivisi çaktınız!
Mürşidini tanıdıktan sonra hayatı değişen Necip Fazıl, kendini Hak ve Hakikat dâvâsına vakfetti. Yazdığı ‘Çile’ şiiri ile ebedî olanın dışında her şeyi reddettiğini ilan etti. Çıkardığı ‘Büyük Doğu’ mecmuası ile Türkiye’de yeni bir nefes ve yeni bir soluk meydana getirdi. Fikir sahasına uzandığı ve kendi deyişiyle ‘sosyal mücadele’ye atıldığı 1943’den ölümüne kadar ‘anlaşılmadan benimsenmek’le ‘tanınmadan dışlanmak’ arasına sıkışan bir yalnızlık kesitinde yaşarken, her iktidar döneminde suçlandı, sorgulandı, yargılandı, defalarca hapis yattı.
1960 ihtilali öncesinde hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararları toplam 101 yıla ulaştı. Siz değerli okuyucularıma Hüseyin Yorulmaz’ın yazdığı ‘Bir Neslin Üstadı Necip Fazıl Kısakürek’ isimli kitabı okumanızı tavsiye ederim. Elinize alınca bir nefeste okuyacaksınız inşâallah. Okuyunca da bana duâ edeceksiniz.
Uçuruma doğru giden kalabalıkların önünde kollarını makas gibi açarak ‘durun!’ diyen Üstat Necip Fazıl, sadece şiir ve yazı yazarak vakit geçirmemiş; inandığı dâvânın mücadelesini vermiştir. Onu, inananların gözünde ‘üstat’ kılan da işte bu mücadelesidir. Bir ömür boyu hem yazmış hem konuşmuş hem de ülkeyi bir baştan bir başa adım adım gezmiştir. Durun, deyip önüne geçtiği kalabalıklara ne tarafa gideceklerini göstermiş ve gelecek hakkında onlara umut vermiştir. Özellikle de gençleri muhâtab almış ve onlarla ilgilenmiştir.
İşte bütün meselem her meselenin başı
Ben bir genç arıyorum, gençlikte köprübaşı!
Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden,
Daha keskin eliyle, başını ensesinden,
Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;
Yerleştirse başını iki diz kapağına;
Soruverse: ben neyim ve bu hal neyin nesi!
Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi!
Ey genç adam, yolumu adım adım bilirsin!
Erken gel! Beni evde bulamayabilirsin!
Necip Fazıl Kısakürek, çökmüş bir cemiyeti kurtarmak için devamlı çığlıklar atan bir muzdariptir. İçinde yaşadığı toplumun durumundan dolayı dev sancılar taşıyan bir muzdariptir. Toplumun durumunu dert edinen Üstad, bu durumdan kurtulmanın yolunu da gösterir ve der ki:
Yaram var, havanlar dövemez merhem;
Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem.
Ne çıkar, bir yola düşmemiş gölgem;
Yollar ki, Allah’a çıkar, bendedir.
Şiirlerinde muhatab aldığı ve Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında yoğurmaya çalıştığı gençler için kaleme aldığı ‘Gençliğe Hitabe’ bir destandır, gençlere bir mesajdır. Gençler için hava, ekmek ve sudan daha önemli bir gıdadır. Bizim neslimiz bu gıda ile beslendi. Her birimizin yatakhanemizdeki dolabımızın kapısının iç ve dış kapağında bu hitabe yer alırdı. Herkes bu hitabeyi ezbere okurdu. Bizim nesil (altmışlı ve yetmişli yılların gençliği) böyle yetişti. Üstad, bu Hitabede bize bir hedef gösterdi ve şöyle dedi:
“Genç adam! Senden beklediğim: Manevi babanın tabutunu musallâ taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâvâ taşını da gediğine koymandır.” Onun bizzat ağzından bu komutu alan bizler, artık yerimizde duramazdık ve duramadık da; gece-gündüz çalıştık. Şimdi ise, sohbet halkalarımızdaki gençlere bu hitabeyi ezberletmek şöyle dursun, yüzüne okutamıyoruz; kekeleyerek okuyorlar. Bütün bunları gördükten sonra ‘Durun kalabalıklar!’ demeyelim de ne diyelim? Her şeyden önce kendi insanımıza, derdini ve dâvâsını unutan, hafif bir rüzgâr karşısında savrulan, beraber yola çıktığımız halde yarı yolda kalan kardeşlerimize haykıracağız. ‘Durun kalabalıklar!’
‘Benim, bu dünyaya söyleyecek sözüm var’ diyen siz değerli ve dertli okuyucularımıza ilk planda yukarıda ismini verdiğim kitabı, devamında da Üstad’ın eserlerini hazmederek okumanızı tavsiye ederim. Her akşam olmasa bile haftanın belli akşamlarında evde ev halkına ve özellikle çocuklarınıza Üstad’ın Çile, Muhâsebe, Zindandan Mehmed’e Mektup, Sakarya Türküsü, O Erler ki, Kaldırımlar, Destan isimli şiirlerini okumanızı ve Üstad’ın dünyasına girmenizi tavsiye ederim. Onu dünyasına girerseniz bu yolda geri dönmeden yürümeye devam edersiniz. O, şöyle der:
Rahminde cemiyetin ben doğum sancısıyım!
Mukaddes emânetin dönmez dâvâcısıyım.
Ömrünü ‘eskimeyen yeni, solmayan renk ve pörsümeyen hakikat’ uğrunda mücadelelerle geçiren Üstad, zindanda iken bile bize umut verdi ve şöyle dedi:
Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Ele avuca gelmeyen Necip Fazıl Kısakürek, bir Allah dostunun ‘nazarı’ (diriltici bakışı) ile dirildi ve birçok insanı diriltti. Hz. Peygamber’i öldürmeye giderken dirilen Hz. Ömer gibi dirildi. Şimdilerde bu diriltici ‘nazar’a ve ele avuca gelmeyen insanlara ne de çok ihtiyacımız var.
Öyle ise niye duruyorsunuz? ‘Durun kalabalıklar!’ deyip de çıksanız ya ortaya, belki de aradıklarımız kalabalıkların içindedir.
Kaynaklar
- Prof. Dr. Mustafa Ağırman. Cihad Dersleri/ Durun Kalabalıklar. (27 Mayıs 2021). Alındığı Tarih: 27 Mayıs 2021. Alındığı Yer: ilkadımdergisi.net | Arşiv Bağlantısı