İnanıyorsak Evet!
Atalarımız yağışlı olağan dönemlerde “tanrıların” onlardan razı olduğu “dopingi” ile tarlaları elbirliğiyle sürüp muazzam bir efor harcadıklarında muazzam bir verim almış ve o sene bolluk içinde yaşamışlardır. En ufak bir yangında, su baskınında yahut susuzlukta ise, “tanrıların” onları cezalandırdıklarına inanıp yelkeni suya indirmiş ve o sene açlıkla cebelleşmişleridir.
En eski İskandinav anlatılarında bu geçer ve büyü, dans ile müziğin doğuşu buna bağlanır.
Nazar bundan farklı bir temele dayanmaz. Toplumda nazar ile ilgili söylencelerdeki insan profiline bir bakın: Dikkat çekici ve ağırlıklı mavi gözler, bu gözlere sahip olanların deneyimlenmiş hasetliği vardır. Öte tarafta da nazara maruz kalacak olanın her şeyden sakındığı bir değeri…
Bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir. Uğursuzluk, terslik, şanssızlık ve ötesi.
Oysa günlük yaşam içinde bu olumsuzluklara zum yaparsak ne denli çok olduklarını rahatlıkla görebiliriz. Tersi için de olumluluk adına aynı oranda geçerli. Bütün mesele zum meselesi.
Yatağın tersinden kalkmak, nazara gelmek, kara kedinin önümüzden geçmesi ve nicesi bu zum meselesinin bir ürünü.
Peki hiç mi dayanağı yok: Elbette. Yukarıda girişte verilen örnek tam da bunu anlatıyor. Ancak sorunun kaynağı nazarı değen değil değdiğine inananın, ona o gün boyunca ve devamında , dikkatsiz olacak, hata yaptıracak kadar kaygı yaşamasına, olağan her olumsuzluğu ona yormasına vesile olan psikolojisidir. Sevgiyle…