Mutlu - mutsuz olma gibi duygudurumlar, dış uyarandan çok, bireyin uyaranı yorumlama biçimidir. Aynı uyaran A kişisini mutlu ederken, B kişini ilgilendirmeyebilir. C kişisini mutsuz edebilir.
Bireylerin yaşam biçimlerinin, ihtiyaçlarının, travmalarının vs farklı olması dışında (bunlar uyaranları yorumlamayı etkileyecektir bu da mutlu olma olmama anlamında farklara dönüşecektir), kişinin hayata bakış açısına bağlı olarak dış dünyayı yorumlaması temeldir. Her ne kadar paragraf başındaki faktörler bu yorumu etkilecek olsa da, son karar bireye aittir. Yani benzer travma - yaşam biçimine sahip iki birey, aynı olaya farklı yorum - duygudurumla cevap verecektir.
İçinde bulunduğumuz kültürel yapıda, MUTLU HİSSETME ZORUNLULUĞU hastalığı nedeniyle, kişiler rasyonel olmak yerine, mutlaka mutlu - sevinçli olmaları gerektiğini zannedebiliyor. Hatta bunun pozitif olmak olduğu zannı bile gelişebiliyor. Bu bakış açıları dış uyarana mahkum, edilgen ve kurban rolü oynamaya hazır çocuksu (herkeste az ya da çok var tabii ki) yaklaşımlar. Kimse bu durumlardan tamamen arınmış olmasa da, farkındalığına sahip olmak bile, temelde duygudurumun olayları bana göre olumlu - olumsuz şekilde eleyemeyeceğimiz şekilde kompleks olduklarını kabul edebilecek yetkinliğe ulaşmaya çalışmak gerekiyor. Birey yaşamın sadece bir parçası, olaylar sadece bir kişi için değilse, kişinin doğrudan olumlu -olumsuz duygudurum üretmesi mantıklı olmayacaktır.
Bireyi kendi tanımı ile mutsuz eden olayları analiz ederek, -mutsuzluğun- gerçek nedenine dair mantıklı sonuçlar çıkarmak, mutsuzluk hissinden kurtulmaya çalışmaktan daha gerçekçi sonuçlar almamızı sağlayabilir. Aksi takdirde her olayın etkisinde kalarak, o olay merkezli duygudurum üreterek içsel tutarlılığımızı korumamız zorlaşacaktır.
Belki de olaylar kişinin yorumumun çok daha ötesinde nedensel arka planlara sahiptir ve kişi kendi sınırlı bakış açısını temel almak ve buna göre duygudurum üretmekle hata yapmaktadır.