Milliyetçilik ve aslında birçok politik akım ya da görüş, hayli esnek tanımlara sahip. Ve siyaset konulu çalışmalar, bilim gibi pek net metot ve kıstaslar kapsamında yapılıp kuramlaştırılamıyor. Milliyetçilik üzerine yazılmış bir çok kitap var ama herhangi birini açıp okuyup, okuduklarınızı günlük hayatta görmeye çalışsanız muhtemelen duvara toslarsınız. Çünkü sosyal, politik, kültürel, genel olarak sözel alanlarda kuramsal çalışma yapan kişiler genel bilimsel alanlarda üretenler gibi tarafsız değiller. Yani kuantum üzerine çalışma yapan biri araştırdığı şeyde bir taraf değil. Ama siyaset üzerine yazan biri genellikle bu konuda bir tarafta. O nedenle de yazılanlar tarafsız ve tamamen objektif olamıyor. Bunu da rahatlıkla metinlerde görebiliyorsunuz. Yazılanlar yazanın görüşleri mi, araştırıp gördükleri mi, hayalleri mi, amaçları ve idealleri mi emin olamıyorsunuz.
Neyse... Milliyetçilik Fransız İhtilali'nden sonra ortaya çıkmış bir siyasi akım. Bir fikir olarak öncesi de vardır kesin ama en çok parladığı dönem 1700'lerin sonu olarak görülüyor genelde. O zamana kadar Avrupa'da büyük imparatorluklar var. Bu imparatorluklar genellikle birden çok etnik kökene, kültüre, ortaklığa sahip halkı aynı sınırlar içinde barındıran ve tek bir merkezden yönetilen devletler. İşte bu küçük halklar diyorlar ki biz kendi ülkemizi kuracağız, haydi ayaklanıp bu imparatoru yıkalım, kendi devletimizi kuralım vs.
Temel olarak millet kavramını kutsayan bir görüş bu. Peki millet ne? Belirli ortaklıklar altında buluşup kendi yönetimini oluşturup kendi devletini kurmuş topluluk. Türk milleti gibi. Peki bu ortaklıklar ne? Bir topluluğu bir millet kılan vasıflar ne? İşte orada konu flulaşıyor çünkü kendi adıma ben, pek net bir ortaklıklar listesi tanımlayabilene rastlamadım. En abartılı yaklaşımla bu ortaklıkları genle, kanla vs. netleştirmeye çalışanlar bile oldu tarihte. Hitler gibi. Alman kanı, Alman geni, Almanlık vs. diye diye tarihin en büyük kitle katliamcısı, soykırımcısı oldu. Safkan Almanlığın peşinde koşarken parmağını uzatıp şu erkek şu kadınla sevişip üresin deme seviyesine kadar delirmişti ki ona ve çevresindekilere göre bu gayet normal ve haklı bir bakıştı.
Özetle siz, bir grup insanı bir arada tutan ortaklıkları tanımlayabildiğiniz sürece gayet haklı ve anlaşılır bir millet kurabiliyorsunuz. Kimine göre bu ortaklık dildir, kimine göre kültürdür, kimine göre dindir, kimine göre başka olgulardır. En hafif ve herkesi kapsayabilecek ortaklık ise aslında topraktır. Kim ve ne olursanız olun aynı toprağı paylaştığınız kişiler ile haliyle belirli ortaklıklarınız vardır elbette. Adını koymamız şart değil. Aynı bölgede yaşayan herkes bir süre sonra aynı milletin parçası olur zaten.
İşte o ortaklıklar her ne ise onları kutsayıp bu ortaklıklar paralelinde siyaset yapana milliyetçi denir.
Böyle anlatınca milliyetçiliği hafifleştirmiş ya da aşındırmış gibi görünmek istemem çünkü millet kavramı aslında hayli bilimsel ve evrimsel. Çünkü doğada topluluk oluşturan, kendi içinde dayanışma noktaları oluşturan gruplar evrimsel olarak her zaman daha başarılı olmuşlar. Yani bu gruplaşma sanıldığı gibi rastgele ve uyduruk bir şey değil, aksine gayet mantıklı ve evrimsel. İşte bir arada yaşayıp birbirimize destek olacak isek ortak bir amaç çevresinde toplanmış olmamız lazım. Dunbar Sayısı olarak adlandırılan bir teoriye göre insanlar en fazla 150 kişilik bir topluluk olunca direk, yüz yüze anlaşıp bir diyalog ortamı kurabiliyorlar. Eğer bir topluluk 150 kişiyi geçince bu grubu bir arada tutacak başka bir etmene ihtiyaç duyuluyor. İşte bu da dil oluyor, din oluyor, kültür oluyor, bir şey oluyor.
Milliyetçiliğin iyi tarafı bu evrimsel dayanışma. İnsanın kendisini, kendisinden daha büyük bir bütünün parçası gibi hissetmesi ve güven duygusuna sahip olabilmesi. Kötü tarafı ise bu bütünün parçası olmayan herkesi yabancı, dış, uzak, güvenilmez hatta bir tehdit, bir düşman gibi hissetmesi.
Tarihte sayısız lider farklı milliyetçilik odakları kullanmış. İşte Hitler bunun en uç örneklerinden biri. Ama Atatürk daha çok toprak, ülke kavramlarını ortaklık noktası olarak görüp "bu topraklar üzerinde yaşayan herkes Türk'tür" gibi daha genelleyici, daha dostane, daha kapsayıcı bir milliyetçilik tanımı oluşturmuş. Buna da karşı çıkan yok mu? Var. İşte orası artık herkesin millet denince ne anladığı ile ilgili.
Ama her şekilde hepimiz bir ölçü milliyetçi duygulara sahibiz çünkü dünyanın belirli bir bölgesinde yaşıyoruz, bu bölgede başka insanlar var ve onlarla belirli ortaklıklarımızın olması bizi mutlu eder ve o ortaklıkları koruyup destekleme hissine sahibiz. İşte o ortaklık ne kadar kabul edilebilir, ne kadar çağdaş, ne kadar erdemli ise içerilen milliyetçilik de o kadar anlaşılır ve savunulası bir milliyetçilik anlayışı oluyor. Aksi takdirde, "Şu erkekle şu kadını seviştirelim ki genimiz bozulmasın"
Umarım açıklayıcı olmuştur. Sağlıcakla.