Mikrobiyata ya geçmeden temel yapıya bakalım
Ağızdan anüse kadar geçen bir boşluk söz konusu anatomik olarak. Bağırsaklar ve sindirim sistemi, dış ortam ile aramızdaki bariyer - sınır alanı. (İç organ değil dış organ olarak kabul edilirler) Bağırsakları özel kılan şey, enterik sinir sistemidir. (Embriyoda nöronal göç sırasında çoğalan hücrelerden nörona dönüşecek olanların bir kısmı beyni oluşturmak kafatasına giderken kalan kısmı da bağırsaklara giderek enterik sinir sistemini oluşturuyor) Sadece ince bağırsakta enterik sinir sayısı yaklaşık 200 milyonun üzerinde. Kalın bağırsakda da 100 milyonun üzerindedir. Omurilikte yaklaşık 12 milyon sinir bulunmaktadır. (!) Duyu organları nasıl beyine sürekli olarak fizik ortama ait veri gönderiyor ise, bağırsak da vagus siniri ile beyine bilgi göndermektedir. Vücudun en kompleks ve en uzun sinir liflerinden oluşur vagus siniri. Burada da ilginç olan, vagus siniri ile bağırsaktan beyine giden 10 komuta karşılık, beyinden bağırsağa 1 komut gelmektedir. Vücutta beyin, periferik sinirler, otonom sinir sistemi vardır, bunun yanında da bağırsaktaki enterik sinir sistemi bulunmaktadır. (Otonom sinir sistemine ait olduğunu düşünen otörler de vardır) Ancak beyin ile olan bağı vagus siniri koparılsa dahi, bağırsak vital fonksiyonlarını devam ettirir. Hem beyine komut gönderen, hem de beyinle bağı kopsa dahi fonksiyonlarını gerçekleştirmeye devam etmesi, bir çok nörotransmitter in üretilme yeri olması nedenlerinden dolayı 2. BEYİN olarak kabul edilmektedir. Aslinda guncel literaturde bir de 3. Beyin olarak kabul edilen bir de mikrobiyata dir. Bağırsak florası yani. Bu mikroorganizmalarin urettigi kimyasallar bagirsaktaki sinirleri etkileyip, bunun beyine iletilmesi seklinde isledigi anlaşıldı.
Beslenme biçimimiz, bağırsak florasını BELİRLER. Etkiler demiyoruz. Özellikle katı mamaya geçişte sebze ağırlıklı diyet çocuklar için sağlıklı mikrobiyata sağlayacaktır. Bizimle simbiyotik (kazan-kazan) yaşayan mikroorganizmalar, bizim oksijenli solunumla yüksek enerji elde ettiğimiz evrimsel uyumlu besinleri severler. Bir çok besini metabolize ederler bizim yerimize. Özellikle bitki grubunu. Ve karşılığında da kimyasal olarak tereyağına benzer (biturat) zengin bir yağ üretirler. Bağırsak hücreleri için bu yağ çok zengin bir enerji kaynağıdır. Bizimle simbiyotik yaşamayan mikroorganizma grubu ise unlu, şekerli, kızarmış işlenmiş kısaca evrimsel olarak bizimle uyumlanmamis maddeleri severler. Bu tarz zararlı gruplardan beslenmek, zararlı floranın artmasına neden olur. Ve bir noktada kisinin diyeti bu floraya göre değişmeye başlar. Çünkü onların bizim bir besini istememize karar verme mekanizmaları bulunuyor. Zararlı flora, bağırsakta üretilen seratonin gibi önemli nörotransmitter leri metabolize ettikleri için, böyle beslenen kişiler depresyona yatkın ve daha mutsuz olurlar. Amerikan tipi diyet mutsuz eder. Cümlesi de buradan geliyor. Bazı depresyonlar in sebebi sadece flora sorunları olabilmekte günümüzde. Modern yaşam flora düşmanı malesef. Güneşe çıkmak, hareketli olmak, fermente doğal gıdalar tüketmek (doğal yoğurt, sirke, doğal turşu, sebze vs) inanılmaz önemli. Antibiyotik kullanımı kesinlikle doktor gözetiminde olmali, anti - biyotik, yaşam karşıtı demek. Florayı da öldürmekte yani.
Evrimsel sürece uyumsuz şartlarda yaşıyor olabiliriz, ancak elimizden geldiği kadar fast food, şekerli unlu, işlenmiş, karbonhidrat tan uzak durmak önemli. Akşam mavi ışıklardan uzaklaşmak, evde yemek yapmak, meditasyon ibadet (kesinlikle olmak zorunda), gündüz güneş ışığı almak gibi rutinlerimiz olmak durumunda. Hem kendimiz hem simbiyotik floramiz için.