Yeniden merhaba,
Tabii ki materyalistlerin insanların iç dünyasını ve sanatı reddetmesi, yok sayması hiç mantıklı olmazdı, tamamen haklısınız. :)
Bu noktada materyalistleri ve diğerlerini(?) birbirinden ayıran nokta gerçeklik dediğimiz olguya ulaşma yöntemi. Şöyle bir örnek verelim: mesela aşık oluyoruz ve hissettiğimiz bu duyguyu sorguluyoruz. Materyalist olmadığını söyleyen birisine gidersek belki de aşkın kutsal bir şey olduğunu, kesinlikle onun peşinden gitmemiz gerektiğini, nasıl ve neden oluştuğunun ise bilinemez olduğunu söyleyecektir. Hatta bilimden uzaklaşıldıkça aldığınız cevaplar gittikçe daha absürt hale gelecektir.
Aynı sorgulamayı materyalist bir bilim insanına sorduğumuzda ise şuna benzer bir cevap alabiliriz: aşkın temelinde biyolojik, nörolojik ve psikolojik etkiler yatar. Aşık olunduğunda insan beyni serotonin, dopamin gibi kimyasallar salgılar. Ardından bilim insanımız sosyal ilişkilerden, deneyimlerden, bulunan konum ve durumdan da bahsederek cevabını tamamlayabilir.
Baktığımızda iki farklı cevap görüyoruz. Birisini ölçmek, test etmek, verilerle ifade etmek imkansızken diğeri ölçülebilir, test edilebilir ve verilerle ifade edilebilir bir cevap sunuyor. Materyalizm, fenomenlerin maddi süreçler sonucu oluştuğunu savunur derken bilim insanının cevaplama metodolojisini anlatmak istedim.
Sonuç olarak materyalistler insanların iç dünyalarını reddetmiyorlar, sadece o dünyaları da - tıpkı bizim dışımızdaki olayları açıklayabildikleri gibi - sebep sonuç ilişkileri içinde, nesnel verilerle ifade edebileceklerini savunuyorlar. Aşk, mutluluk, sevinç, hüzün gibi insanın iç dünyasını ilgilendiren konular tıpkı insanın büyümesi kadar gerçek ve olağan durumlardır ve yine tıpkı onlar gibi açıklanabilirler, sihirli ve absürt açıklamalara ihtiyaç duyulmaksızın.
Sevgiler.