"En" ifadesi hassas bir ifadedir.
Çünkü aradığı şey özgün bir nitelik değil var olanın içinden kıyas yollu tercihtir.
Bir şeyin iyi, güzel veya doğru olması bu kavramların niteliğine uygunluğu ifade eder iken, birden fazla kötü içinden iyi olanı değil fakat en iyi olanı seçebiliriz.
Bunu dilimize Arapçadan geçen "ehveni şer' deyimine benzetebiliriz. Yani kötünün iyisi…
Şayet olay ve olguları değerlendirir iken temel kaidemiz bu olursa, yaşama ve insana dair her şeyin niteliğini bir diğeri belirlemeye başlar, hem de aynı anda iki farklı referans üzerinden, birbirine taban tabana zıt iki farklı nitelik şeklinde.
İşte liberal demokrasiyi bile, bir sıtma misali, bugün dünya genelinde ve özellikle coğrafyamızda tırmanan, tırmandırılan göreli yahut açıktan faşizme yani ölüme kıyasla ehveni şer olarak görebiliriz. Fakat bu özünde iyi olduğu ya da bir zamanlar iyi olduğu ya da bundan sonra iyi olacağı anlamına gelmez.
Bunu tarihsel süreç içerisindeki tüm toplumsal yapılar ve adlandırıldıkları sistemler için söyleyebiliriz.
Avrupa karanlığının, engizisyonun adını veren skolastik düşüncenin egemen olduğu, cadı avının sıradanlaştırıldığı kilise despotizminin ortaçağın ya da bilindik adı ile feodal dönem, bir sonraki dönem olan kapitalizme göre, akıl almaz vahşiliğine ve geriliğine rağmen, bir öncekine yani köleci toplum dönemine kıyasla ilericidir.
Bugün aynı şeyi kapitalist toplum ve ismini veren kapitalist düzen için de söyleyebiliriz. Öncekine göre ilerici fakat ardılına sosyalizme göre gerici pozisyondadır, Yani ilerici, yol açıcı vasfını tamamlamış ve miadı dolmuştur. En azından toplumlar tarihi bunu der ve pratikte de onay bulur.
Liberal demokrasi için de farklı bir değerlendirme yapamayız, hatta tüm demokrasi türleri ve tarihsel yönetim biçimleri için de. Ki liberal demokrasi bir yönetim biçimi değildir, mevcut yönetim biçiminin niteliği ile ilgilidir. Yani ne sorusunun değil nasıl sorusunun cevabıdır. Örneğin cumhuriyet, oligarşi, monarşi bir yönetim biçimi ve yönetim erkinin kendisini tarif eder iken, teokrasi, demokrasi, diktatörlük, faşizm vb. kavramlar ise mevcut yönetim erkinin niteliğine yani yönetme araç, yol ve yöntemlerine yöneliktir.
Ancak burada liberal demokrasiye, özünde tarihsel bir sürecin olağan işleyişinin özgün bir çıktısı olmadığından, daha çok var olan kapitalist düzenin krizlerini aşma aparatı olarak yapay şekilde zihinlere ve vesilesi ile ekonomi- politiğe yamandığından ayrı bir paragraf açmak lazım.
Bu tıpkı mevcut kapitalist düzenin yönetme yelpazesinin bir zamanlar burjuva demokrasisi ile göreli demokrasi arasında, daha sonra emperyalist aşamaya geçişi ile birlikte göreli demokrasi ile açıktan faşizm arasında bir genişliğe sahip olması gibidir.
Bu durum burjuva demokrasisi, göreli demokrasisi, faşizm vb. yönetme aparatları gibi liberal demokrasiyi de hem özgün yapmaz hem de onu sanki farklı ve bağımsız bir kategorideymiş gibi ele almamızı gerektirmez.
Özetle Liberal demokrasi cafcaflı “demokrasidir”. Savunduğu güçler ayrılığı ilkesi, bağımsız yargı, hükümet kolları arasında denge ve denetim mekanizması işin süsüdür. Özünde serbestliği ifade eder ve yukarıda sıraladığı tüm değerleri zımnen sadece egemene ve iştirakçilerine hak görür.
Bunu nerden mi biliyoruz? Pratiğinden… Serbestliği sadece sermayenin ve onu tekelleştiren rekabetin serbestliği şeklinde yaşama uyarlayıp bunun dışında hiçbir pratiğe tahammülü olmayışından.
Zira tükendiği yerde yerine hemen yenisi ikame edilmiştir. Hem de neo liberalizm adı altında ve tüm emekçi dünya halklarını ekonomik temelde inim inim inletircesine, siyasi temelde atomlarına kadar etnik, dini, mezhepsel vb. araçlarla ayrıştırırcasına ve ayrıştıranların sınırsız finanse edilişi ile.
Ve evet liberal demokrasi hala onu tanımlayan ve kelime kökenine uygun olarak özgürlüğü temsil etmeye devam ediyor fakat bu toplumsal bir özgürlükten öte teşebbüs özgürlüğüdür ve bireye indirgenmiştir.
Ötesi, bunu da pratikte sermaye sınıfın mensubu olup olmamaya bağlamıştır. Geriye kalanı için ise gemi ve yolcuları hikâyesinin özetidir: Sağa yahut güneye giden bir gemide sola yahut kuzeye yönelik özgürlük temelli hareketinizin sınırı her daim geminin kıçında sona erer. Israrın bedeli de ya denize düşmek ya da atılmaktır. Fakat dümene yahut kaptan köşküne asla yaklaşamazsınız.
Çoğunluğunuz, haklılığınız ve meşruluğunuz ne denli büyük ve yasa temelli olursa olsun bu kural değişmez. Ola ki zorlarsanız, bu sistemin yedekte tuttuğu açıktan faşizm ile tanışmaya hazırsınız demektir. Tanıdık geliyor mu? Sevgiyle…