Evrimimizin, türümüzü ortaklaşmaya mecbur edişinden gibi sanki...
Bir şeyi iyi olarak niteliyorsak, ya aklımıza, mantığımıza yattığı ya düşünce ve duygularımızla örtüştüğü ya da yaşadığımız coğrafyanın “ iyi” kategorisine uyduğu içindir. Dolayısı ile bizim iyi dediğimiz şey kimi yerde “nesnel-genel” olarak ifade edilen iyi tanımı ile örtüşse de bizim için ve öznel olarak iyidir.
İyi tanımının nesnelliği de aslında kendi içinde bir öznellik taşır. Ancak onu nesnel kategorisine sokmamıza vesile olan şey “evrensel ölçekte” genel geçer kabul görmesidir.
Bu tür öznel değerlendirmeler tıpkı yazılı hukuk ve yazısız ahlak kuralları gibi hem toplumdan topluma hem de aynı toplumda zamanla değişebilmekte; bir zamanlar iyi olan (aslında genel geçer kabul gören demek daha doğru olur) bu vasfını yitirmekte, kötü olarak ifade edilen ise evrimleşip olağanlaşabilmekte ve dolayısı ile iyi (zamanla) sayılabilmektedir.
Örneğin “savaş karşıtlarının” bir zamanlar hain ve kötü ilan edildiği bir coğrafyada bugün buna vesile olan askerlik hizmetinin, savaşı ve ölümü çağrıştırdığı, kutsadığı “gerekçesi ile” reddi ve bunun üzerinden var olan “vicdani ret”çilik, henüz toplumsal normlar açısından genel geçer iyi olarak sayılmasa da en azından kötü olarak tanımlanmamaktadır.
Dünya genelinde insanların genel bir iyilik kavramından bahsetmesi meselesi aslında “güzel” olarak adlandırabileceğimiz türümüzün empatik yanının gelişkinliği ile ilgilidir. Bu biraz da toplumsal varlık oluşumuzun genetiğimize kazıdığı ortaklaşa yaşamın bir dayatması.
Temel ahlak kuralları ile yazılı-ve yazılı olmadan önceki hukuk kuralları zamanla sadece mensubu olunan topluluğu bağlamakla kalmamış bu kuralların bir bölümü ilgili toplulukların dışında ve dost yahut düşman fark etmeksizin temas alanlarında her topluluğu kapsayan ve empatik temelde uzlaşılan kurallara dönüşmüştür. Örneğin savaş esirlerine insani muamele günümüzde de geçerli olan bir evrensel normdur. (Uyulsa da uyulmasa da)
Farklı toplulukların insanlık tarihi boyunca temas noktaları arttıkça kültürel, ahlaki, sosyal vb. alışverişleri artmış ve adı konmamış bir dünya toplumunun temel ahlaki ve hukuksal normlarının yine empatik temelde temelini atmıştır. Bugün bunun en güzel meyvesi Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ile Çocuk Hakları Sözleşmesidir.
Burada üzerinde sık sık durduğumuz empati doğrudan anlamı ile kendini başkasının yerine koymak şeklinde kullanılmıştır. Yani daha bir halk dili ile: Kendimize, ailemize, sevdiklerimize, topluluğumuza ve toplumumuza yapılmasını istemediğimiz şeyi, aynı silsile ile başkasına, başkasının ailesine, başkalarının topluluğuna ve toplumuna reva görmemektir.
Dünya genelinde insanlığın genel bir iyilikten bahsetmesinin ve en kötü olanımızın bile “yaşasın kötülük” diyememesinin temelinde bu adı konmamış ortaklaşma yatmaktadır diye düşünüyorum. Fena mı? Hiç de değil…