İnsanlar ve kurumlar, söylemleriyle eylemleri arasındaki tutarsızlıklarla sık sık eleştirilir. Bu durum, yalnızca bireysel düzeyde değil, uluslararası kuruluşlar gibi büyük organizasyonlar için de geçerlidir. NATO ve BM gibi barış hedefli kuruluşların, sıklıkla güçlü ülkelerin çıkarlarını koruyan yapılar olarak algılanması, bu çelişkinin bir örneğidir. Peki, bu durumun altında yatan nedenler nelerdir?
Çıkar Çatışmaları ve Güç Asimetrisi
NATO ve BM gibi uluslararası kuruluşlar, üye devletlerin çıkarları doğrultusunda hareket eder. Özellikle BM Güvenlik Konseyi gibi organlarda veto hakkına sahip daimi üyelerin (ABD, Çin, Rusya, Fransa, Birleşik Krallık) ulusal çıkarları, alınan kararları doğrudan etkiler. Bu nedenle, barış ideali yerine, güçlü devletlerin politik ve ekonomik çıkarları öne çıkar. Örneğin:
- BM'nin Ruanda Soykırımı (1994) sırasında müdahalede bulunamaması, uluslararası toplumun çıkar çatışmaları nedeniyle hareketsiz kalmasının bir örneğidir.[1]
- NATO’nun 1999 yılında Kosova’ya müdahalesi, insani gerekçelerle sunulsa da, müdahalenin altında ABD ve Avrupa’nın stratejik çıkarları olduğu eleştirileri yapılmıştır.[2]
Ahlaki İdeallerin Araçsallaştırılması
Uluslararası kurumlar, barış, insan hakları ve adalet gibi değerleri sıkça dile getirir. Ancak bu değerler, çoğu zaman güçlü devletler tarafından meşruiyet sağlamak için araçsallaştırılır. Örneğin:
- Irak'ın 2003 yılında işgali, ABD tarafından kitle imha silahlarının varlığı gibi etik bir gerekçeyle sunulmuş, ancak sonradan bu iddiaların temelsiz olduğu ortaya çıkmıştır. Bu, barış söyleminin ulusal çıkarlar için nasıl kullanıldığını gösterir.[3]
Sosyolojik Perspektif: Sistem Teorisi
Sosyolog Niklas Luhmann'ın "sistem teorisi", bu çelişkiyi anlamada önemli bir çerçeve sunar. Luhmann’a göre, kurumlar kendi varlıklarını sürdürmek için eylemlerini genellikle söylemleriyle örtüştürmeyebilir. BM gibi bir kurum, barış söylemini sürekli yineler, çünkü bu söylem varlığını haklı çıkarır. Ancak pratikte, kararlar daha çok güçlü üyelerin çıkarlarını yansıtır.[4]
İnsan Doğası ve Pragmatizm
Max Weber’in "araçsal rasyonalite" kavramına göre, bireyler ve organizasyonlar, hedeflerine ulaşmak için eylemlerini şekillendirir. Bu, ahlaki ideallerin, pratik fayda sağladığı sürece uygulanacağı anlamına gelir. NATO’nun barış ve güvenlik söylemlerinin, yalnızca üye ülkelerin stratejik çıkarlarıyla örtüştüğünde harekete geçmesi, bu pragmatizmin bir sonucudur.[5]
Güç Dengeleri ve Postkolonyal Eleştiriler
Uluslararası kuruluşlar, çoğunlukla Batılı güçlerin kontrolü altındadır. Edward Said’in "Oryantalizm" kavramı, Batı’nın, diğer ülkeleri kendi çıkarlarına göre şekillendirdiğini savunur. BM’nin Filistin sorunu gibi meselelerde adaletsiz ve taraflı bir duruş sergilediği eleştirileri, bu görüşü destekler.[6]
--
Sonuç olarak, insanların ve kuruluşların söylemleri ile eylemleri arasındaki çelişki, çıkar çatışmaları, güç asimetrisi, ahlaki değerlerin araçsallaştırılması ve sistemsel zorunluluklardan kaynaklanır. NATO ve BM gibi kuruluşlar, barış söylemleriyle varlıklarını meşrulaştırırken, pratikte güçlü ülkelerin çıkarlarına hizmet eden yapılar olarak işlev görür. Bu durum, barış gibi evrensel değerlerin yalnızca retorik düzeyde kalmasına ve gerçek eylemlerin bu değerlerle çelişmesine yol açar.
--
İşin politik ve siyasi yönünü bir kenara bırakıp bireysel düzeyde, insanların söyledikleri ile yaptıkları arasındaki çelişkiyi ele alalım: Bu daha çok psikolojik, sosyolojik ve bireysel değerler üzerinden şekillenen bir konudur. İnsanlar, toplumsal baskılar, bireysel çıkarlar ve kimliklerine dair çatışmalar nedeniyle söylemleriyle eylemlerini her zaman uyumlu bir şekilde yansıtmazlar. Bu durumun birkaç temel boyutunu inceleyebiliriz:
Bireysel Çıkarlar ve İçsel Çatışmalar
İnsanlar çoğu zaman ahlaki, etik ya da ideolojik söylemleri benimseseler de, bu söylemlerle uyumlu hareket etmek zor olabilir. Max Weber'in "bireysel çıkarlar" ve "değer rasyonalitesi" üzerine geliştirdiği teoriler, bireylerin davranışlarını şekillendiren dışsal ve içsel etmenleri anlamada önemli bir çerçeve sunar. Weber’e göre, bireyler çoğu zaman değerleri ile çıkarları arasında bir denge kurmaya çalışırlar, ancak bu denge çoğu zaman çatışmaya dönüşebilir. İdeallerini savunan bir kişi, bir noktada kişisel çıkarları doğrultusunda davranmak zorunda kalabilir. Bu çatışma, bireyin söylemiyle eylemi arasındaki uyumsuzluğun bir göstergesi olabilir.[5]
Toplumsal Normlar ve Bireysel Kimlik
Bireylerin söyledikleri ile yaptıkları arasındaki tutarsızlık, toplumsal normlar ve beklentilerle de ilgilidir. Erving Goffman’ın "kendilik yönetimi" kavramı, bireylerin toplumsal ortamlarda kendilerini nasıl sunduklarını ve farklı sosyal rolleri nasıl oynadıklarını anlatır. Goffman’a göre, insanlar sosyal etkileşimlerde belirli bir "sahne" rolünü üstlenirler ve bu roller, bireyin gerçek benliğiyle her zaman örtüşmez. İnsanlar bazen toplumun beklentilerine uymak için söylemleri ile eylemleri arasında tutarsızlıklar yaratabilirler. Örneğin, bir birey barış yanlısı bir söylemde bulunabilirken, toplumsal baskılar nedeniyle savaşın yıkıcı etkilerine karşı çıkarak barış için somut bir adım atmakta zorlanabilir.[7]
Sosyal Psikolojik Etkenler: Bilişsel Çelişki
Bir başka önemli faktör, bilişsel çelişki (cognitive dissonance) teorisidir. Leon Festinger’in geliştirdiği bu teori, bireylerin kendi tutum ve inançları ile eylemleri arasındaki tutarsızlıkları hissettiklerinde rahatsızlık duyacaklarını belirtir. İnsanlar bu rahatsızlıkla başa çıkmak için ya tutumlarını değiştirirler ya da eylemlerini değiştirmek için mantıklı açıklamalar yaparlar. Örneğin, çevreye duyarlı bir birey plastik kullanmaya devam ediyorsa, bu kişi plastik kullanımını gerekçelendiren bir açıklama yapabilir (örneğin, "geri dönüştürülebilir" gibi) ya da çevreye olan duyarlılığını sorgulayarak yeni bir tutum geliştirebilir.[8]
İnsan Doğasında Evrensel Çelişkiler
Çoğu zaman, bireylerin eylemleri ile söylemleri arasındaki uyumsuzluklar, insan doğasının evrensel bir parçası olabilir. Sigmund Freud, insanın bilinçli ve bilinçdışı dürtüleri arasındaki çatışmaların bu tür çelişkileri doğurabileceğini öne sürer. Birey, bilinçli olarak doğru ve etik davranmaya karar verse de, bilinçdışında bu tür eylemleri engelleyen veya çelişen arzular olabilir. Örneğin, bir kişi dürüstlük ilkesini savunuyor olabilir, ancak çıkarları doğrultusunda bazen yalan söylemek durumunda kalabilir.[9]
--
Sonuç olarak, bireylerin söyledikleri ile yaptıkları arasındaki fark, çok katmanlı bir olgudur. İnsanlar, toplumsal baskılar, kişisel çıkarlar ve içsel çatışmalar gibi bir dizi faktör nedeniyle bu uyumsuzlukları yaşar. Bu tutarsızlık, bireylerin psikolojik ve sosyolojik durumlarıyla doğrudan ilişkilidir ve insanların içsel dünyalarının bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Bu tür çatışmalar, bireyin sosyal kimliği, değerleri ve çevresel etmenler arasında sürekli bir denge kurma çabası içinde olmasına yol açar.
Kaynaklar
- Ayşegül SAYLAN. (2021). Soykirima Gi̇den Bi̇r İç Savaş: Ruanda. Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, sf: 20. | Arşiv Bağlantısı
- Gökhan ÇAPAR. (2006). Nato’nun Kosova’ya Müdahalesi̇ni̇n Bi̇rleşmi̇ş Mi̇lletler Kurucu Andlaşmasi Açisindan Anali̇zi̇. Uludağ Uludağ Üni̇versi̇tesi̇ Sosyal Bi̇li̇mler Ensti̇tüsü, sf: 149. | Arşiv Bağlantısı
- aksarayiibd. Irak İşgali Ve Uluslararası Hukuk. Alındığı Tarih: 1 Ocak 2025. Alındığı Yer: aksarayiibd | Arşiv Bağlantısı
- Özlem CANKURTARAN AKTAŞ. (2014). Niklas Luhmann'ın Sistem Teorisi. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bölümler Fakültesi, sf: 14. | Arşiv Bağlantısı
- Max Weber. Ekonomi Ve Toplum. ISBN: 9786257513999. Yayınevi: Runik Kitap. sf: 592.
- Edward W. Said. Orientalism. Yayınevi: Vintage. sf: 424.
- Erving Goffman. Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu. ISBN: 9789753426985. Yayınevi: Meti̇s Yayinlari. sf: 248.
- Leon Festinger. A Theory Of Cognitive Dissonance. ISBN: 978-0804701310. Yayınevi: Stanford University Press. sf: 291.
- Sigmund Freud. Ego Ve Id. ISBN: 978-6058564329. Yayınevi: Telos Yayıncılık. sf: 102.