Çünkü içinde yaşadığımız çağda baskın olan kültür batı kültürü. Kullanılan tüm nesneler, fikirler hepsi batının son biçimini verdiği kavramlar. Batı yarattı demiyorum, son biçimini batının verdiği diyorum. Son biçimi demek bugün kullanılan biçimi demek. Yani bugün kullandığımız kavramlara son biçimini batı vermiş ve hala da değişimlere batı öncülük ediyor. Ancak bu durumun daha iyi veya kötü olmakla ilgisi yok. Batı doğudan daha ilerde veya geride olduğu için değil kültürel olarak daha baskın olduğu için bunu yapıyor. Aslında bu da yanlış. Doğrusu batı kültürü bugün daha baskın durumda olduğu için bu kültürün baskıladığı diğer kültürler de buna göre değişiklik gösteriyor. Elbette bu bir değişim süreci oluşturuyor ki zaten hiç bir kültür ve toplum durağan değildir her zaman değişir. Ancak bu değişim insan ölçeğinde yani doğanın çerçevesi içinde olduğu zaman dikkat çekmez, olağan karşılanır ve üstünde durulmaz. Bu değişim zorbalığın, teknolojinin veya başka bir anlık/ kısa süreli etmenin etkisiyle olduğunda ise doğal olmaz ve tutarsızlıklar yaşanır. Dengesizliklerin görüldüğü bu durumda toplum kendi dengesini bulmaya çalışırken çatışmalar yaşanır. Çatışma ile sözünü ettiğim iki grubun fiziksel çatışması değil tutarsızlıkların ve dengesizliğin oluşturduğu kargaşa. Bu çatışma sonucunda toplum olması gerektiği konumu bulur ve dengeye gelir. Ne yazık ki günümüzde bu da olanaksız. Çünkü bu çatışmayı temellendiren değişimler sürekli yenilenmekte ve değişmekte. Bu yüzden kültürel bozuşmalar ortaya çıkmakta. Bir grup ani gelen değişimi doğrudan kabul ederken diğer bir grup bu ani gelen değişime karşı var olan kültürü savunuyor. Ancak sözü edilen ikinci grup burada bir yanlışa düşüyor. Kültür durağan değildir, sürekli değişir. Onlar kültürü olduğu gibi durdurmak isterken kendilerini değişime ayak uyduramamış olarak buluyorlar çünkü değişim durdurulamaz ancak ve ancak yön verilebilir. Yön vermek yerine durdurmayı seçmekse kayboluşu getirir. Bununla birlikte yukarda sözü geçen birinci gruptakiler de doğrudan kabul etse bile yeni değerlere alışamıyor. Çünkü eski değerlerine göre çok temel veya büyük değişiklikler içeriyor. Elbette her zaman değil. Ancak birinci grupta da kaybolan bir grup oluşuyor. Böylece birinci ve ikinci grubun arasında bir yerlerde "kaybolanlar" "arada kalanlar" grubu oluşuyor. Bu kaybolanlar eski kültüre de yenisine de ayak uyduramıyorlar ve zamanla tükeniyorlar. Diğer gruplar ise ya iki uç değeri oluşturarak yeni kaybolanlar yaratıyor ya da birbirlerine yaklaşarak dengeyi buluyorlar. Birbirine yaklaşma konusu çok zor bir eylemi oluşturuyor. Bu eylemin gerçekleşebilmesi için yönetici (organize edici, yön belirleyici) bir gücün varlığına gerek duyuluyor. Yoksa bu iki kutup birbirinden ayrılabilir ve ayrı toplumlar oluşturabilir.
Bu değişimlere körü körüne bağlanmak ve içinde bulunduğu toplumun değerlerinin yanlış olduğunu öne sürerek yenisinin doğruluğunu mutlak kabul etmek de eski kültüre bağlılık yemini edip yeni gelen değişimin şeytanca ve bozucu bir güç olduğu öne sürmekte eşit derecede yıkıcı ve yanlış bir tutum. Örneğin çıplaklık bir topluluk için gerçekten çok ahlaksızca kabul edilebilir. Bu topluluk alışveriş yaptığı ve başka etkileşimlerde bulunduğu ve tamamı çıplaklardan oluşan başka bir topluluğun değerlerini almak zorunda değildir. Her iki toplum da aradaki bu ayrımın nedenlerini, sonuçlarını, olumlu ve olumsuz yönlerini görerek kendini buna göre değiştirebilir. Ancak çıplaklığın ahlaksızlık olarak nitelendirildiği toplumdaki birinin çıkıp aslında herkes çıplak dolaşabilir kimse buna karışamaz demesi o toplumdaki diğer insanların çıplaklığa karşı olmasından daha yanlış bir tutumdur. Ancak ne yazık ki günümüzde daha yanlış olan bu tutum insanlar tarafından daha sık benimsenmekte ve kendi bulunduğu grubu savunmak için sık sık başvurulmakta olan bir yanlış haline gelmektedir.