İNANIR!
Kendine inanır, kendine dayatılana inanır, inanması gerektiği konusunda ikna edildiğine inanır.
Ancak bildikçe ve bilgi edinme kanalları açık tutuldukça bu inanma tercihi yavaş yavaş kendini bilme eylemine bırakır.
Aksi olduğunda da, yani bilgi edinme kanalları tıkandıkça bütün bilinir olanın yerini inanç alır.
Bundan sonrası artık yağmurun yağışı bile buna endekslenir. Neden sonuç ilişkisi bir efsaneye döner ve sadece sorguya kapalı sonuçlar üzerinden hayat yeniden kurgulanır.
Bundan sonrası adımız gibi bildiğimiz somut gerçek, soyut bir illüzyonun kurbanı olur.
Bundan sonrası özne olanın nesneleşmesidir. Kendine yabancılaşması ve aşkın güçlere teslimiyet.
Ki bu aşkın güçlerden sadece biri öte aleme, ancak sayısız olanı da bu aleme ve bizim onayımız üzerinden hükmünü sürdürür.
Bu bazen karşımıza Engizisyon mahkemesi özelinde kilise, bazen hükümran efendi olarak krallık ve ya devlet şeklinde çıkar. Çoğu zaman da bütün bunları elinde tutan ve hiçbir zaman sahneye inmeyen arkadaki ip oynatıcısı şeklinde tezahür eder.
Bana göre; Adalet, sevgi, umut, iyilik dahil, insanlığın en yüce değerleri bile inancın cenderesinde metalaşıp özünü yitirir. Bunları her ne zaman ki bilince çıkarıp bilinir hale getirirsek o zaman gerçekten anlam kazanır.
Daha da ötesine gideyim: Tanrıyı bile; inanma eyleminden azade edip bilmeye odaklananlar, onu ve gerçek var oluşu sebebiyle bilir hale gelir. Mevlana misali, Yunus misali…