Insan beyni geliştikçe animizimden (büyüsel/sihirsel düşünme) mitolojik düşünmeye, mitolojiden Tek Tanrılı dinler ve dinsel düşünmeye doğru evrimleşti.
Tarihi geçmişe göz atarsanız tek Tanrılı dinlere geçiş, Roma Imparatorluğu ile birlikte Hırıstiyanlığın bilinen Dünya'nın hakim düşünce yapısı olması, Hıristiyanlık'ta yozlaşma ve Ortaçağ, Ortaçağ'ı savaşlarla geçiren bir Avrupa, bundan çıkış yolu olarak kolonyalizmle birlikte Avrupa'nın dışında çok uzak kıtalara uzanma ve yeni kültürlerin Avrupa'ya taşınması (burada dikkat edilecek nokta bunların yeni kültür olarak değil medeniyetten uzak, aşağı varlıklar olarak alınması, Hintliler'in, Afrikalılar'ın ve Amerikan yerlilerinin Avrupa insanlarının eşiti sayılmaması), bunu takiben Aydınlanma ve Fransız devrimi ile birlikte Kilise'den kopuş, hümanizm yani insan merkezciliğe geçiş var.
Yani dinsel düşünme yüzyıllarca bedenin temiz olmayan, fikrin, idealin ve bunun en üst noktası Tanrı'nın ulaşılması gereken hedef olan ideolojisiyken birden insanı merkeze alan bir perspektif ortaya çıktı. Öncelikle bu büyük çatışma yaşandı.
Şimdi insanları eşit görmeyen, insanlar arasında bu denli fark olan bir zemin üzerine insanı merkeze alan düşünmeye geçişte halihazırda var olan toplumsal hiyerarşiler (sosyal sınıflar ve kadın), zenciler, Hintliler, Yahudiler vs. nereye konulacak? Bu saydığınız ideolojilerin kuramcıları Avrupa'nın burjuvasının beyaz adamları. Yani kadını, erkeği, sarı, siyah beyaz her türlü ırkın ortak aklıyla kurulmuş bir sistem değil aksine hala ideali yüceltip bedeni yadsıyan kuramlar.
Zaten zamanla bir Darwin'le insanmerkezcilik darbe aldı. Freud ile id ve ego gibi bedenimiz ve zihnimiz arasında kopmaz bağlar olduğu o ideal denen şeyin insan bir bedenle varoldukça gerçekleşemeyeceği gibi gerçekler bilim, gündelik hayat ve dinleri sarstı.
O ideolojilerin sınıfları birleştirici bir yanı yok. Hala hiyerarşi peşinde ve yabancıyı, ötekiyi dışlayıcı. Ötekileştirme de her zaman o kadar kolay ki.