Bu soruya yanıt bulabilmek için evrende var olan en ilkel proteine, hatta belki ilk atoma gitmek gerekiyor. Evrendeki tüm atomlar, insan oğlunun enerji-madde döngüsü (yada ayrı ayrı enerji ve madde döngüsü) olarak adlandırdığı belli süreçlerde sürekli olarak farklı maddelere dönüşme eğilimindeler. Bu süreç içerisinde önce basit daha sonra daha karmaşık bileşikler meydana geliyor. Bu noktada proteinleri ele alalım. Proteinler uzun bir evrim süreci ve sayılamayacak miktarda reaksiyonlar sonucunda ilk basit canlıyı oluşturuyor. Bu süreç içerisinde proteinleri oluşturan temel atomlar (C, H, N...)'ın yönelimleri aslında hep aynı. Lakin proteinleri oluşturan atomların ve dolayısıyla bu atomlardan oluşan proteinlerin çok sayıda olasılık sonucunda ilk canlı organizmayı oluşturması olası bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Bu organizmanın yaşamı sürdürme ve çoğalarak bu döngüyü devam ettirme eğilimi ise bu sürecin bir sonraki aşaması oluyor.
Özetle her şey, madde-enerji sürekliliği temelli. Atomların bileşik oluşturma eğilimi, daha karmaşık organik yapıların oluşmasına, organik yapılar ise organizmaların meydana gelmesine sebebiyet veriyor. Aslında her şey maddenin geçirdiği uzun süreçler sonucunda dönüşümlere uğrayarak yeni maddeleri meydana getrmesi ve en nihayetinde kendi içerisinde sürekliliği olan yeni bir evreni, yani canlıyı oluşturmasından ibaret. Hayatta kalma ve neslin devamlılığını sağlama içgüdüsü aslında maddenin sürekli gösterdiği reaksiyonların bir izdüşümü. Canlı DNA'sı bu uzun evrim macerasında, her bir hücrenin proseslerini kaydediyor ve doğru bir şekilde devam etmesi için bir sonraki canlıya, yani ardılına aktarıyor. Canlı geçirdiği evrimle birlikte daha kompleks bir yapıya dönüştükçe; yine bir takım organik bileşik dizilimlerinden oluşan genetik materyal de daha unique bir hal alıyor.
İçgüdü ve düşünce arasındaki fark bu. İçgüdü canlılığın sürmesi için kendiliğinden gerçekleşen reaksiyonların değişmez yasası gibi düşünülebilir. Aslına bakarsanız canlılık, bu olayların tümüne deniyor.