Bu konuda şu söylenebilir. Bir kişinin hayattan maddi şeyler beklemesi onun kendisini maddi açıdan eksik olarak gördüğü anlamına gelir. Aksine bir kişinin hayatta manevi şeyler beklemesi, mesela tarihte iz bırakan bir insan olmasını istemesi, insanların nazarında popüler olmak istemesi, veya öldükten sonra Tanrı nazarında yüksek rütbeli bir insan olarak tekrar dirilmesi gibi manevi hazlar peşinde olması onun ileride böyle bir hayatın peşinde olacağını düşündürür.
Napolyon Rusyayı işgal etmek için çıktığı seferde yenilir ve Ruslara esir düşer. Esir iken kendisine sorulur, "sen neden buralara kadar geldin, sen ne için savaşıyorsun?" O da soruya soruyla karşılık verir. "Peki siz ne için savaşıyorsunuz?" Rus kumandan cevap verir "Vatanımız için, namusumuz için, şerefimiz için savaşıyoruz". Napolyon cevap verir "Ben para için, şöhret için, yeni topraklar için, yeni esir ve ganimetler için, güzel Rus kadınları için savaşıyorum". Rus kumandan güler ve "bunlar için mi savaştınız gerçekten?" deyince Napolyon şöyle der "insan ancak kendinde eksik olan şey neyse onun için savaşır".
Tüketici toplumunda daha çok tüketmek için daha çok paraya ihtiyacın olur. Daha çok tüketirsen daha mutlu olursun diye sana dayatılır. Sonra ihtiyacın bile olmayan şeyleri satın almak için daha çok çalışmanı, daha çok para kazanmanı isterler. Bu yolla seni köle haline getirirler. Maddi olarak doymak mümkün değildir. Tuzlu su gibi, içtikçe daha çok içersin ve susuzluğun bir türlü gitmez.
Manevi başarılar elde etmek için hayatını harcarsan bunun sonu gelmez. Bir noktadan sonra bunun da faydasız bir iş olduğunu düşünmeye başlarsın.
İnsan olarak ölümlü olduğunu düşününce aslında maddi veya manevi beklentiye girmenin büyük bir hayal kırıklığı olduğunu idrak ederiz. Yaklaşık 150 yıl sonra kimse yaşadığımızı bile bilmeyecek mezar taşımız bile muhtemelen yok olacak. O açıdan bakınca, hayata bir noktadan başlayıp son nefese kadar birşeyler yapmak, üretmek, popüler tüketim kültürünün tuzaklarına düşmemek, var olduğunu hatırlamak, bununla mutlu olmak,eğer inanıyorsan şükretmek ve hayat tecrübelerini etrafına, kendinden sonra gelen çocuklarına aktarmak en doğru yoldur diye düşünüyorum. Bu sayede "survival of the fittest" (en iyi adapte olan hayatta kalır) kuralını hayatıyla yaşayarak ispat etmiş, kazandığın gelişim, evrim, bilgi ve tecrübeyi genlerin ve anlatımları yoluyla yeni nesillere aktaran bir insan olmuş, kendi türünü de ileriye götürmüş olursun.
Kurandaki en kısa bölüm(asr süresi) "insanoğlu şüphesiz ziyandadır, ancak iman edip, Salih amel işleyenler müstesna" demektedir. Salih amel ise hiçbir karşılık beklemeden etrafına iyilik yapan kişi demektir. Üstün ahlaklı ve erdemli hayat yaşamanın yolu hiçbir karşılık beklemeden değer üretmek ve bunları başkalarının hizmetine karşılıksız sunmaktadır. Bu hayat tarzını sadece bir ödev olarak kabul edip ne gereğinden az iyilik yapmalı, ne de gereğinden fazla kendini parçalamamalı. İmmanuel Kant ahlaklı ve erdemli bir hayatın mutluluk vereceğini, bunu ise sadece ödev olarak yapmak gerektiğini söyler.