Makroskobik ölçekteki bir gözlemci etkisini hayata geçirdiğimizde, en temel tanımla dalga fonksiyonunun makro nesneler için bile süperpozisyon halinde kalabilmesi söz konusu olurdu. Örneğin kahve kupanızın () ve () durumlarının bir karışımı olarak hâlinde kaldığını düşünün. Normalde ortam (hava molekülleri, ışık fotonları vb.) bu süperpozisyonu çok hızlı biçimde "dekoere" eder ve kupayı bir anda belirli bir duruma sabitler. Ama makroskobik gözlem şartı katı biçimde uygulanırsa, kimse bakmazken kupanız durumunda salınmaya devam eder ve dalga fonksiyonunun çökmesi (kupayı dolu veya boş bulmamız) yalnızca baktığınız anda gerçekleşir. Born kuralına göre gözlem anında, kupayı dolu bulma olasılığı , boş bulma olasılığı olur. Günlük hayatta bu, "Kupan gerçekten ne zaman dolu hale geldi?" sorusunu anlamsız kılar; çünkü kuantum kuramında cevabınız sadece ölçüm anına bağlanacaktır.
Benzer şekilde bir çalışan, patron bakmadığında "çalışma" () ve "çalışmama" () durumlarının süperpozisyonunda kalabilir. Patron odaya girdiği veya güvenlik kamerası kaydı izlendiği anda, dalga fonksiyonu çökerek ya gerçekten çalıştığı ya da çalışmadığı belirir. Makroskobik ölçekte bu modeli ciddiye alsaydık, iş dünyası tam bir belirsizlik setine dönüşebilirdi. Üstelik gözlemcilik, klasik mekanikteki "her an var olan gerçeklik" kavramını yıkar: Kimse bakmıyorken hangi gerçekliğin geçerli olduğunu söylemek, saf kuantum formalizmi açısından imkânsız hâle gelir.
Makro nesneler (örneğin bir bina) normal şartlarda gibi devasa boyutlu bir dalga fonksiyonuna sahip olsa da etraftan gelen sürekli etkileşimler (dekoherans) bu dalga fonksiyonunu tek bir klasik konfigürasyona yakınsayan kararlı bir duruma zorlar. Ancak varsaydığımız durumda çevresel etkileşimler yetersiz veya iptal edilmiştir ve çöküş sadece "insan gözü" ya da bilinçli bir ölçümle gerçekleşir. Formülasyon bakımından, bu bina biçiminde birçok konfigürasyonun süperpozisyonu hâlinde sallanır durur. Günlük hayata uygulandığında, sabah işe gittiğinizde binanın "sağlam" (\) veya "kısmen çökmüş" () hâlinde olma olasılığı, siz ölçüm yapıp duruma baktığınız an ve olarak belirir. Yani "Kimse bakmazken bina kesinlikle sağlam kalır mı?" sorusu bu radikal kuantum bakışıyla cevaplanamaz.
Makroskobik evreni büyük bir "dalgalanan orkestra" gibi düşünebilirsiniz. Müzik notaları (yani sistemin olası durumları) her yerde aynı anda var, fakat gözlemci kulağıyla (veya ölçüm cihazlarıyla) işittiğinde orkestra tek bir nota seçip çalıyor. Günlük hayatta, sesin sürekli etrafa saçılması (yani dekoherans) her şeyin tek "nota" (tek durum) hâlinde görünmesini sağlıyor. Makroskobik gözlemci etkisi ciddiye alınırsa, o "sürekli kulağa çalınma" ortadan kalkıyor ve pek çok garip, hatta absürt durum pratikte mümkün hâle geliyor. Bir bakıma, kimse gözlem yapmadığında her şeyin dalgalar hâlinde üst üste binmiş belirsiz bir "senfoni" olduğunu; baktığınızda ise senfoninin tek bir parçasını duyduğunuzu söyleyebiliriz.
Yani gözlemci etkisi makroskobik ölçekte hüküm sürseydi, normalde istatistiksel ve termodinamik etkileşimlerin çok hızlı biçimde yaptığı dalga fonksiyonu "çöktürme" işi yalnızca bilinçli veya cihaz temelli bakış anına bağlı kalırdı. Bu da kahve kupasının içeriğinden tutun, çalışanların eylem durumuna, binaların ayakta kalma hâline kadar her şeyi ölçüm anında belirleyen bir kaos yaratırdı. Elbette kuantum alanında bildiğimiz dekoherans mekanizmaları bu tür saçaklanmış durumları engelliyor.
Ancak tabii kuramsal olarak "kimse bakmazken gerçekliğin tanımlı olmadığı" bir evrende yaşasaydık, bireysel deneyimlerimiz tümüyle ölçüm ânına indirgenir ve "gözlemlenmeden önce hangi gerçeklik vardı?" sorusu, kuantum formüllerinin yanıt veremediği saf bir bilmece olarak kalırdı.