Gerçek dediğimiz şey, geliştirdiğimiz ve geliştirmeye devam ettirmeye çalıştığımız formal bilimler (mantığın gerçeği verdiğini düşündüğümüzü sandığımız) sahasına girmektedir. Doğanın dokusundan kaynaklı değildir bizim uydurduğumuz bir kavramdır. Aracı diller (yapısal bilimler) yazılım, bilişim matematik, geometri ve bulunduğu kültüre göre değişkenlik gösteren konuşma lisanı ile ortaya çıkmıştır. Eğer “gerçek”ten kastımız doğal bilimsel tanımı ise (ki, genellikle öyledir) “Mantık her zaman gerçeği vermez.” demek yerine “Mantık, genellikle doğa bilimlerinde gerçeği vermez.” demek daha doğrudur. Nedensellik, açıklama, ispat dediğimiz şeyler sinirbilimsel açıdan özellikle bu kimyasal ve biyokimyasal süreçler içerisinden geçen canlılar için gerekli olduğunu düşünmeye meyilliyizdir. Bunun nedeni kültürel evrimimizde bir şeylerin her zaman sebep-sonuç ilişkisinde olacağını düşünmemizden kaynaklıdır. Ancak doğanın dokusunda böyle şeyler yoktur antroposantrik -insan merkezci- düşünce hatasıdır. Beyin doğada vardır ancak içindeki yaratıcılıkları doğada bulunmamaktadır. Matematik ile açıklanmayacak şeylere tarihten en iyi örnek Newton’un kütle çekim teorisidir. Matematik yetmemişti ve bu yüzden düzenlemek zorunda kalmıştı. Şu anda (modern bilimde) ise en iyi örneği tabii ki kuantum fiziğidir. Matematik ya da konuşma lisanları bir şeyleri anlamlandırma kolaylığı bakımından icat edilmiştir. Hiçbir şeyin, hiçbir şey olma gibi bir zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu, bizim ona yüklediğimiz anlamdan kaynaklanan bir düşüncedir. Mantığın ve gerçekliğin (?) bir şeyler olmasını belirleyen şey determinizmdir. Ancak bu da hatalıdır. Özellikle düşünce temelli bir hayatta var olduğumuzu sanabildiğimiz için böyle hataların olmasıda gayet doğaldır bu arada.