Kadınlar hep çalışıyordu.
İnsanlık tarihinin büyük bir bölümü boyunca, nüfusun çoğunluğu, tarımın ekonomik yaşamın temel dayanağı olduğu köylerde yaşıyordu. Kadınlar, tarlalarda erkeklerle birlikte çalışarak, çapa yaparak, hayvancılıkla ilgilenerek ailelerinin geçimine katkıda bulundular ve tarım ekonomisinde çok önemli bir rol oynadılar.
Ancak bu emeğin meyveleri eşit olarak paylaşılmadı. Zenginlik ve gücün temel belirleyicisi olan toprak mülkiyeti ağırlıklı olarak erkeklerin elinde kaldı. Tarım ekonomisi için kritik öneme sahip olan kadınların çalışmaları, resmi kayıtlarda büyük ölçüde tanınmadı ve karşılığı ödenmedi; bu da onların katkılarını tarihsel anlatıda görünmez hale getirdi.
Kadınların çalışması, emek yoğun ve zaman alıcı görevleri üstlendikleri ev işlerini de kapsıyordu. Elektriğin ve ev aletlerinin ortaya çıkmasından önce yemek pişirmek, temizlik yapmak ve çamaşır yıkamak bir kadının gününün çoğunu alıyordu. Bu ücretsiz emek, ailelerin ve toplulukların işleyişi için kritik öneme sahipti, ancak nadiren resmi anlamda 'iş' olarak kabul ediliyordu.
Sanayi Devrimi, çalışma ortamını ve toplumsal yapıları yeniden şekillendiren önemli bir dönüm noktası oldu. Tarım ekonomilerinden sanayileşmiş şehirlere geçiş, iş ve aile yaşamının doğasını değiştirdi. Kırsal ortamlarda norm olan geniş aileler, kentsel alanlarda yerini çekirdek ailelere bıraktı. Bu dönüşüm, ekonomik büyümeye ve yeni fırsatlara yol açarken aynı zamanda kadınların çoklu rollerine yardımcı olan geleneksel destek sistemlerini de aşındırdı. Evli ve çocuklu kadınların, çocuklar ve ev içi sorumlulukların tek üstlenicisi olarak ev dışında çalışmaları pek mümkün değildi.
Bu zorluklara rağmen sanayi çağında pek çok kadın, özellikle de bekar veya dul kadınlar, imalat ve hizmet sektörlerinde işgücüne katıldı. Bu katılım genellikle, erkeklerle eşit koşullara sahip olmak için yapılan bir seçim değil, ekonomik zorunluluktan kaynaklanıyordu ve kadınlar, erkek meslektaşlarına kıyasla daha düşük ücretlerle ve sınırlı fırsatlar içeren işlerde çalışıyordu.
Dünya savaşları, kadınların işgücündeki rollerine ilişkin toplumsal algıda önemli bir dönüşüm yarattı. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında çok sayıda erkek askerlik hizmeti için seferber edildi ve bu da geleneksel olarak erkeklerin hakim olduğu çeşitli sektörlerde işgücü sıkıntısı yarattı. Bu durum, özellikle imalat, tarım ve hizmet sektörlerindeki bu boşlukları doldurmak için kadınların işgücüne katılmasını zorunlu kıldı. Kadınlar, mühimmat fabrikalarında çalışmak, kamyon şoförlüğü yapmak, ofislerde idari ve büro işleri yapmak gibi daha önce kendilerine uygun görülmeyen roller üstlendiler. Bu dönem, kadınların yeteneklerine ve işgücündeki rollerine yönelik toplumsal tutumlarda önemli bir değişimi beraberinde getirdi ve toplumsal cinsiyet eşitliği yönündeki çabalar için bir temel oluşturdu.
Özetle, feminizm kadınların çalışmasına sebep olmadı. Kadınlar, her çağda ve her coğrafyada ailelerin ve toplumun işleyişi için kritik önemde olan tarım, üretim, ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi işlerde çalıştılar, sadece bu çalışmaları kayda geçmedi ve karşılığında ödeme almadılar. Feminizm; kadınların çalışmaları karşılığında tanınmasını, çalışmalarının kayda geçerek sigorta ödenmesi ve güvence altına alınmasını, maaş alarak ekonomik özgürlüklerini kazanmasını sağladı.