Bilgenin Tebessümü…
Her kitap bir dünyadır.
Fazla okumanın (saç dökmek dışında-gülücük) bugüne kadar zararına yönelik tek bir bilimsel veri yoktur. Aksine her kitap bir dünyadır.
Her kitap bizim ufkumuzu (bakış açımızı) biraz daha genişleten bir işlev görür. Hele ki farklı (fizikten edebiyata, sanattan felsefeye vb.) disiplinler içerirse; bu bize aynı olay veya olgulara farklı açılardan da bakmayı öğretir ki, herkesin ilgili olay veya olguya yönelik gördüğü fakat bütünü ifade etmeyen (filin kuyruğundan yola çıkarak yılan olarak tanımlanması misali) “kusuru” ortadan kaldırıp bütünlüklü bir bakış açısı kazandırır. Bize bilgeliğin kapısını aralar.
Fakat ne yazık ki aklın egemen olmadığı bir dünyada bilgelik yolu “azap” yoludur. Öyle bir “azap” ki; başta baş edilmesi, sindirilmesi zor fakat içselleştirildikçe bitmeyen ancak hoşnut olunan ve “baş göz üstüne” denilen bir “azap”…
Bu, yozluğun, cehaletin ve körlüğün egemen kılındığı bir dünyada; aklın, bilginin ve görmenin (sanılan) yalnızlığının bir diyeti…
Sanılan diyorum çünkü böylelerinin sandıkları kadar yalnız olmadıklarını, tarihimizin geriye dönük dökümü fazlasıyla ortaya koymaktadır.
Bilgimiz arttıkça “azabımızın” artışının nedeni ne?
Yaşam boşluk tanımaz. Dolu bir dirhemlik kap, göreli huzur nedenidir. Dirhem en küçük ölçü birimlerinden biri olarak kapasitemizi, doluluk ise birikimimizi ifade eder. Bir deli için bu yüzde yüze yakındır ve cahil için de öyle…
Ancak ufkumuz genişledikçe, sonsuz bir huninin geniş tarafına doğru yolculuğumuz başlar. Her doldurup bir kapı araladığımızda daha geniş bir alana açılır kapılar…
Kimileri için her yeni kapı korkutucu olup “benden bu kadar” dedirtir iken, kimileri için, Aristo misali: İlerlemiş yaşına ve onca bilgeliğine rağmen “neden okuyorsunuz” diye soran öğrencisine “öğrenmek için “ cevabının ardından gelen “daha ne öğreneceksiniz” içerikli ikinci soruya verdiği “bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğim” cevabında saklı olan bilgelik üzere, asla sonu gelmeyecek bir bilme-öğrenme sürecinin, ardı sıra yorulmak bilmez bir koşuşturmanın eziyetinin peşinen ve zevkle kabulü esastır.
Tıpkı “Samandağ Biberi” gibi. Çift damarlı, dayanılmaz acı ve yedikçe iştah açıp yedirten cinsten. (reklam değildir)
Bilgi böyle bir şeydir. Kimileri taşıyamaz, sırtından atar ve cahil huzuru ile yetinir( cahiller) . Kimileri sırtında taşır taşımsına fakat sürekli yükten şikâyet ederken hep özü (gerçeği) ıskalar (bilginler). Kimileri taşımış gibi görünür fakat ilk fırsatta yükü yanındakine yükler, ihtiyaç duyduğunda kiralık hamaldan aşırıp kullanır (bilgiçler). Kimileri ne taşır ne taşınmasına olanak tanır (Ahmaklar).
Kimileri ise; altında ezilse bile taşır ve bundan hoşnut olur (bilgeler).
Fazla kitap okurken bu basamaklar arasında duygularımızın, “boşuna, anlamsız, pişmanım, eyvah, zaman yok, korkunç, ömür yetmez, ne kadar cahilim, bu nasıl bir eziyet, cehalet mutluluktur” şeklinde gidip gelmesi olağandır.
Bu duygular bizi yönetirse her şey olası. Yönetmeyi öğrenirsek (ki bu önce kendimizi tanımayı, kendimize karşı dürüst olmayı ve biraz cesareti gerektirir) ; “Samandağ Biberi” nin baştaki dayanılmaz acılığına rağmen iştah açıcılığının idrakına varırız. İşte o zaman yüzümüze, bizce olağan başkalarınca tuhaf bir tebessüm konar. Bilgenin Tebessümü… Öylesine olağan, öylesine sıradan ve fakat asla sahip olamayacağımız uyanmadan…
İşte kitap, her tür yol, araç ve yöntem ile uyutmanın egemen kılındığı bir zamanda, uyanmanın en işlevsel aracı hala…Okumaya devam…Umarım sorunuza kısmen de olsa cevap verebilmişimdir..