Son Güvence!
İlk bakışta çelişki gibi görünüyor!
Fakat ne yazık ki öyle değil. Bu "Birlikten kuvvet doğar' arka öncüllü ve arkaik (ilkel) bir temele dayanıyor.
İlkel komünal dönemde soyun devamının yanısıra ,arayacak, avlayacak ve toplayacak ne kadar çok birey o kadar çok şans, av ve meyve. (Avcı toplayıcı dönem)
Yerleşik hayata geçişle birlikte yine soyun devamının garantisi olarak ne kadar çok o kadar iyi. Ki ilk dönemi olan köleci toplumda ortalama yaşam süresi 30 yıl.
İkinci dönemi olan feodal dönemde de yine soyun devamı başat olmak üzere; ne kadar çocuk o kadar tarım işçisi, ırgat. Yani yine birlikten kuvvet doğar. Bu dönem tarımın itici güç olduğu feodal dönemdir (Toplumdur).
Sanayi devrimi sonrası kapitalist ekonomik ilişkilerinin egemen olduğu kapitalist toplumda, kırdan kente göç ve buna bağlı işgücü talebi yine soyun dolaylı devamının bir teminatı olarak, ne kadar çok çocuk o kadar çok işçi ve eve ekonomik girdi.
Bugün bu aklın halen egemen olduğu ülkelerin ortak özelliği, kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasına bağlı olarak, halen kapitalizmin ilk evrelerine mahkum oluşları. ( Tüketimde evet, üretimde hayır. Söylemde ve teorik olarak evet, pratik yaşamda ve somut olarak hayır.
Ülkemiz özge ülkeler ile ilgili büyük usta, şair Ahmet Arif'in dizelerinde geçen: " Uzay çağında bir ayağımız, ham çarık, kıl çorapta da olsa biri...(Uy Havar) dizelerinde olduğu gibi...
Çünkü ülkemiz gibi ülkelerde kapitalizm de, efendisi burjuvazi de tüm donanım ve değerleri ile ithaldir. Yani kendi dinamikleri ile gelişmemiştir ve bu yüzden yeni sömürge ilişkisi içerisinde her gelişimi sınırlandırılmıştır. Buna yerel unsurların katkısı büyüktür ve bunlara siyasi literatürde işbirlikçi adı verilir.
İşte böyle bir ülkede kapitalizm öncesi algılayışın, dini faktörler de hesaba katıldığında ,ekonomik koşullara tezat görünse de çok çocuk yapmak halen en güçlü gelecek teminatı olarak var sayılıyor. Çok da haksız sayılmazlar.
Bir ülkede yaşam başta olmak üzere bir çok yaşamsal şeyin güvencesi kuşkulu bir pozisyon almış ise, insanların kendi güvencelerini ( eski ve ilkel bir metotla da olsa) ikame etmeleri akıl işidir.
Otuz yıllık öğretmenim ve insanı ( öğrencimi) kendine yeten, başta kendine saygısı olan ve kendi ayakları üzerinde durabilecek, her bir şeyini, güven temelinde güvendiklerine emanet etse bile, aklını hiç bir koşulda , hiç kimseye ve hiç bir zaman emanet etmeyecek şekilde yetiştirme uğraşı verdim.
Ben bile, bu uğraşta yorulduğum yahut tıkandığım dönemlerde, " Değiştiremiyorsan kendin yap" diyecek kadar bu ilksel duyguya kapılmışımdır.
Yaşamın her alanında, bunu bir güvence ve güç olarak tercih edene ve somut olarak en üst yetki ile " güven, güvence, yaşam, soy ve gelecek kaygısı taşımana gerek yok" demediğimiz ve bunu somut olarak önüne koymadığımız sürece, yoksul da olsa çok çocuk ile her tür güvence ve güvenlik arayışından daha akla yatkın bir çıkış görünmemektedir. Hele ki " onu veren rızkını da verir. " inancı halen ilk günkü kadar etkili ise...Sevgiyle...