Doğanın muazzam bir enformasyon işleme makinesi gibi işlediği açıkça görülüyor. Canlıların kökeni ve çeşitliliği, rastgele mutasyonlar ve doğal seçilim mekanizmaları ile şekillenmiştir. Bunu bazen bir bilgisayar programındaki "sonsuz döngüler" misali düşünebiliriz: Farklı gen kombinasyonları sürekli deneniyor, "işe yaramayanlar" eleniyor, "daha uyumlu" olanlarsa kalıcı hale gelip birikiyor. Genetik farklılıkların birikimi o kadar uzun zaman almıştır ki bazıları "Aman bu kadar rastlantısallık mümkün mü?" diye hayıflansa da, 4,5 milyar yıllık dünyanın zaman boyutunu göz ardı etmenin kendisi asıl akıl almaz olandır. Tarihte, Dünya'nın sabit olduğu, gökyüzünde kristal kürelerin döndüğü yanılgılarına inandık ve şu anda bu düşüncelerin nerede olduklarını çok iyi biliyoruz: Düşünce tarihinin tozlu raflarında...
Bu süreçte elde ettiğimiz fosil kayıtları, genetik analizler ve hatta biyokimyasal izler bize büyük bir yapbozun eksik parçalarını tamamlamamız için malzeme sunuyor. Mesela suda yaşamdan karaya geçişi sorgulayanlara Tiktaalik adlı fosili gösterebiliriz: Bu yaratık, balık yüzgeci ile kara canlısı uzvunun tam ortasında kalmış, tabiri caizse "ara form" diyeceğimiz çok net bir örnektir. Aynı şekilde Archaeopteryx, "kuş mudur dinozor mudur?" tartışmalarının göbeğinde yer alarak evriminin köprü taşlarından biri olduğunu göstermiştir. İnsan genomu ile diğer primatların genomlarını kıyasladığımızda da genomik düzeyde tutarlı bir akrabalık şeması görüyoruz; "bu kadar benzerlik tesadüf olamaz" diyerek genellikle bu noktada sesler kesiliyor ne hikmetse.
Kimi zaman "Peki şu mükemmel gözü kim yarattı?" gibi sorular duyarız. Bu sorunun yanıtı da yine elimizdeki verilere bakınca net: Göz öyle "mükemmel" ki kusurları saymakla bitmez! Kör noktadan tutun da baş aşağı düşen imgeye kadar, evrimsel süreç boyunca 'halledilmemiş' pek çok kısıt ve eskiden kalma tasarım var. Benzer şekilde insan vücudunda da kusursuzluktan epey uzak adaptasyonlar var; hatırlayalım, bel ağrıları durmadan artıyor. Mükemmellik iddiasındakilere baktığımızda, kendimizi bir zamanlar "dünya düzdür" diyen kitlelerle aynı mantık çerçevesinde tartışıyormuş gibi hissediyoruz. Bilimsel ilerlemeler karşısında tutuculuğun sonu, her daim kazananın bilim olduğu bir tabloyla noktalanıyor.
Şunu çok net görüyorum: Evrim, doğadaki tüm çeşitliliği, karmaşıklığı ve "akıl almaz" görünen her detayı açıklayabilecek kuramsal altyapıya sahip. Modern sentetik evrim kuramıyla, mikroevrimsel süreçlerden makroevrimsel desenlere kadar her şey mantıklı bir çerçevede oturuyor. Mikroorganizmaların antibiyotiklere direnç geliştirmesi veya virüslerin hızlı mutasyonlarla aşıları devre dışı bırakan yeni varyantlar üretmesi, evrimin tüm mekanizmalarını neredeyse canlı bir laboratuvar gibi gözler önüne seriyor. Düne kadar dalga geçilen "tesadüfi mutasyonlar"ın aslında nesiller boyu nasıl büyük sonuçlar yarattığına şahit oldukça, evrimin gücü ve gerçeği inkâr edilemeyecek bir şekilde karşımıza çıkıyor...