Herşeyden önce canlı evrimi, yaşamda kalma üzerine geliştiği için, türlerin çevresel uyaran odaklı bir algı yapıları var. Yani evrene ait herşeyi bilmek gibi üst - sofistike ihtiyaç için değil, daha çok fiziksel ve ruhsal dengeyi koruma ve yaşamda kalıp üreme temelli bir biyogeçmiş sahibi türler söz konusu dünyada. İşte canlı türlerinin sahip olduğu bu algısal kısıtlılık, insanın ürettiği bilimde terminolojik karşılığı ise umwelt. Bu kısıtlılık, her türün fizik evreni olduğu gibi değil, algısal kapasitesinin izin verdiği kadarını deneyimlemesi demek oluyor. İnsan türünün de algısal bir kapasitesi var ve inanılmaz dar bir kapasite. Evrenin yaklaşık olarak sadece %4/5 i bildiğimiz madde. Geri kalan kısmı madde olmayan ŞEYlerden oluşuyor. Bu yüzde 4-5 ilk kısmın da sadece varlığından haberdar insan türü. Anlamış çözmüş değil. Henüz -maddenin belirsizliği (Heisenberg) - düzeyinde bir algısal statüde. Diğer yandan ışık spektrumunun 10milyarda 1 ini görecek biçimde evrimleşmiş durumda insan türü. Geri kalan kısmın algısal kapasite açısından yaşamsal fonksiyonları destekleme görevi bulunmadığı için tayfın bu kadar dar bir kısmını görebiliyor olmak bile yetiyor henüz bu tür için. (Henüz) Henüz ego yönetimine sahip olmadığı için, solucan gibi canlıları kör gibi ele alıyor insan, oysa kendisi öyle ciddi bir algısal körlük içinde ki, henüz bunun farkına varacak kadar ilerlemedi.
Evrenin tamamını anlamak şöyle dursun, henüz maddenin kendisini bile çözememiş bir türden, kendi biyolojisini anlayamamış bir türden, okyanusları keşfedememiş bir türden bahsediyoruz. Bu tür, sıfırıncı medeniyet seviyesinden birinci medeniyet seviyesine çıkma sınavında olduğundan bile habersiz, kendi gezegenini ve türünü yok etmekle meşgul henüz. Kapasite olarak, gelişimin belli bir eşik noktasından sonra algısal sınırlarından bağımsız analizlerde bulunabilecek iken çok uzun bir süre, elde ettiği bulguları yönetme sorunuyla mücadele etmek zorunda kalacak. Bu yüzden sorunun sorulduğu tarihe yakın dönemlerde cevap asla evet olmayacak.