İki Şekilde!
İlki sürekli enerji transferi ile bu düzensizliğin hızını minimize ederek, ikincisi evrenin yaşı ve zaman nazarında kısacık bile sayılamayacak varlığımızın ve ötesi mikronun da mikrosu ömrümüzün esas olduğu yanılgısına kapılarak.
İlki tıpkı yan yatmakta olan bir direği, öbür tarafından karşı bir kuvvetle sürekli dik tutma çabasına benzer. Özünde direk; “bırak devrileceğim, fizik yasaları bunu emrediyor” derken, biz ona; “hayır, ben seni dik tutmak için bir o kadar ve artı, zıt yönde bir enerji harcayacağım” deriz. Beslenme böyle bir şeydir…
İkincisi ise kendimizi evrende konumlandırdığımız yer ve aslında tabi olduğumuz zamanı kendimize tabi kılışımız yanılgısı ile ilgili. Tıpkı icat ettiğimiz saatler misali zamanın orada aktığını sanmamız gibi. Saatimizin pili bitince veya saatimiz bozulup durunca, bir anlığına bile zamanın da buna bağlı olarak durduğunu sanma yanılgısı…
Dahası; değil evrenin, gezegenimizin, canlılığın nazarında bile tüm türümüzün zamansal yerinin son çentik bile olmadığını unutmamız ve tıpkı bir bebek misali, sonsuza dek yaşayacağımız yanılgısı. Oysa ; değil bizim ömrümüz, türümüzün tarih sahnesine çıkışı ve muhtemel tükeniş süresi bile evren zaman ölçeğinde bir göz kırpmasından ibarettir.
Haliyle de bir yerde (evrende) bir düzen olup olmadığını bir göz kırpması kadar bir sürede tespit edemeyiz. Ancak tüm göz kırpmaları evrensel zaman ölçeğinde ve bir ömre sığdıracak hızda geri sarıp yeniden oynattığımızda, o yavaşça açılıp kapanan düzenli gözlerin, şaşılığın da ötesinde düzensiz olduğu görürüz. Sevgiyle...