En iyi ahlaki sistem (mutlak ahlak) diye bir şey yoktur. Bu konu tamamen yaşadığınız sosyal çevre ile ilgili. Örneğin antik bir kabilede hamile dişiler, kabilenin en zekisi, en güçlüsü gibi “enler” ile cinsel ilişkiye girer. Böylece çocuğun onlara çekeceğini düşünülür. Bu davranışa günümüzde “ahlaksız” damgası vurulsa da söz konusu toplumda geleneksel bir ahlaki davranıştı. Aynı şekilde kızların sünnet olması da, el öpmek de... Bu konuda en özet cevabı Nietzsche vermiş; “Ahlaksal olay yoktur, yalnızca olayların ahlaksal yorumu vardır" diye.
Suçları, doğruları, yanlışları biz tanımlıyoruz. Doğada yumurtalarını başka tür kuşun yuvasına bırakıp, orada katliam yapan guguk kuşu suçlu mudur? Belki guguk kuşu olsak davranışı “yanlış” diye yasaklardık ama şu an umrumuzda değil. Doğasında var diyerek Nat Geo’da izliyoruz. Çünkü bir şey “doğada var” diye kabul etmiyoruz. Onu değiştirmek istiyoruz. Analizler yapıp “yanlış” bulduklarımızı yasaklıyoruz. Diğer hayvanlar gibi empati de yapıyoruz. Ama aslanın, leoparın avını çaldığı gibi yemek çalmayı "yanlış" buluyoruz. Biz Homo sapiens olarak bir düzen kurmaya çalışıyoruz.
Öte yandan Alper Gülgen isimli bir okurumuz da, Harari'den okuduğu işbirliği becerisi ile ilişkilendiriyor. Harari’ye göre insan türünün ahlak anlayışı altında tanımadığı insanlarla sistematik işbirliği yapabilmesi yatıyor. Bunun için bir güven sağlayıcı faktör lazım. Hırsızlık yapmak ve insanları darp etmek güvensizlik yaratacağı için işbirliği yapma konusunda sorunlar yaşanacaktır. Tamamen zorbalık ile yürüyen gruplarda dahi bir güven ilişkisi olmalı. Mafyatik örgütlenmelerde bile kendince bir ahlak sistemi (racon) olması bununla ilgilidir.
Evrenselliğe doğru yolculuğumuzda “davranışlar bütünü” olan ahlak anlayışımız: Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma şeklindedir. Dolayısıyla popülasyonda “güven” elde ediyoruz. Daha iyisini bulana kadar elimizdeki en iyisi... Homo’nun marifeti.