UZUN HİKAYE (İnsanlık tarihi kadar eski fakat okumaya değer)
Zenginlik; onu nasıl tanımladığımıza, ona nereden baktığımıza ve koyduğumuz çıtaya göre değişen anlamlar alır.
Misal bir insana zengin diyebilmek için, yıllık veya aylık asgari kazancı ne olmalıdır. 100 bin , 1 milyon , üstü ?
Zenginliğin kaynağı nedir? Emek, sömürü, hırsızlık, miras?
Zenginlik nedir? Para, güç, saygınlık, çevre, huzur, sağlık?
Ancak sorudan anladığım kadarı ile doğrudan kazanç temelli maddi (nakdi) gelir kastediliyor.
Bunun için de sormamız gereken bazı sorular var:
1. Emek ne derece başat?
2. Çıtamızın üst değeri sayısal olarak ne?
3. Faiz, nema, ürem ne olacak?
4. Özel mülkiyet ne derece öncelikli ve belirleyici?
Fakat yine sorunuzun devamından anladığım kadarı ile kastınız parasal olarak zenginlik…
O zaman filmi geriye sarıp ta ilk ayrışmadan başlamak lazım, ilkel komünal dönemden…
Atalarımız o dönemde göçebe bir hayat sürüyordu ve her şey ortaklaşa idi. Ast üst, yöneten yönetilen yoktu. ( Elbette herkesçe ve rıza ile kabul görmüş siyasi ve ruhani önderler vardı)
Ardından tohumun keşfi ile yerleşik yaşama geçildi ve tarlaları işletmek, ev yapmak, köprü inşa etmek, su getirmek vb. için aletler, araçlar, kazma, balta, mala, tırmık, tırpan vb. araçlar gerekiyordu.
O dönemde temel geçim kaynağı tarım idi. Ancak yukarıdaki yeni ihtiyaçlar için ayrıca bir uzmanlaşma alanı gerekiyordu ve hiç kimse tarlasını bırakmaya niyetli değildi. Çünkü başka işler işin ayrılanlar yol, köprü, ev, alet, araç gereç, su işi ile uğraşırken tarlamız boş kalırsa biz ne yer ne halt ederiz haklı kaygısını taşıyordu.
İşte bu kaygı, ortaklaşa yaşam süren bu toplumda ilk iş bölümüne ve buna bağlı yeni hizmet alanları için ilk verginin doğuşuna vesile oldu. Çiftçi ortaklar yeni hizmet alanlarına yöneltilenlere iki garanti verdi. İlki tarlalarını ekme ve ihtiyaçlarının tamamını giderme, ikincisi ise yapacakları hizmetler için ayrıca ödenek verme garantisi. Alın size sonradan devlet olacak olanın doğumu…
Ancak bu bir müddet sonra yeni hizmet alanlarının ürettiği üretim araçlarına, onları üretenlerin el koyması ile sonuçlandı. Devlet dediğimiz aygıtın ilk nüveleri burada artık ben varım diyordu. Zamanla güvenlik kaygıları bahanesi ile bu yapı savaşçıları da kendine yedekleyince nur topu gibi bir köleci toplum doğmuş oldu.
Artık insan önceki kardeşini bir mal gibi satıp satın alabiliyor ve hayatına hükmedebiliyordu. Ta ki köle isyanlarına kadar. Bu isyanlarda o kadar çok köle öldü ki, köle sahibi efendiler bir müddet sonra “yahu insan ona kızıp kendi süt veren ineğini öldürür mü” diyerek, her şeyi yaratan köleler ile uzlaşmak zorunda kaldı. Onları, toprağı terk etmemek ve üretmeye devam etmek koşulu ile azat etti.
Eski köle sahibi efendilerin yeni adı artık toprak ağası, eski köleler ise köylü oldu. Alın size nur topu gibi bir doğum daha. Adı da Feodal toplum…
Feodal toplumda her işi yapan köylü olmasına rağmen ürettiğinin dörtte birine zar zor sahip olabiliyordu. Çünkü toprakların sahibi ağaydı ve her üretilenin dörtte birini peşin olarak toprak payı, dörtte birini ağalık hakkı, dörtte birini ise diyet borcuna ( şükret ki kellen omuzlarının üstünde payı olarak) sayarak, üretilenin dörtte üçünü hiçbir şey yapmadan alıyordu.
Bu, özellikle Avrupa’da epeyce uzun sürdü. Ta ki Tüccarlar çiftçilere “Hele bir toplanın kardaşlar. Üreten kim: Siz, dolaşıma sokan ve ekonomiyi canlı tutan kim: Biz, yöneten kim: Ağa ve Kral. Bu böyle olur mu, haktan bize reva mı? Yıkalım gitsin…” diyene kadar.
İşte 1789 da Fransa’da olan bu: Fransız ihtilali… Ancak O dönemin tüccarları, kent soylusu burjuvalar, müttefikleri köylülere kazığı atıp devirdikleri kralların tahtına oturunca, bizim eski köylüler; tüccarların , Rönesans, reform hareketleri, akıl çağı ve coğrafi keşifler sonrası yaptıkları yağmaya dayalı inşa ettikleri sanayi devrimi sonrası, fabrikalarda işçiye dönüştü. Müttefikleri olan burjuvalar da patrona… Artık sistem kapitalist sistem, fakat sömürü aynı sömürü ve temelinde yine özel mülkiyet, yani üretim araçlarının sahipliği vardı…
Bugün egemen sistem bu ve tek bir şey söylüyor, aslında ilk atası olan köle sahibinin, sonraki atası olan toprak ağasının söylediğini: Her bir şeyi sen yap modern köle (işçi). Ancak üç bana bir sana…Alın size zenginlik. Modern siyasi literatürde adı sömürü, kaynağı ekonomik dilde artı değer.
Düşünün ki bir fabrikadasınız ve sizin gibi bin işçi var. Üç bana bir sana hesabı ile bir patron sırf üretim araçlarına sahip diye bir işçi bir kazanırken kendisi bin işçinin sırtından, yarattığı artı değerden, harcadığı emekten üçer alarak üç bin kazanıyor. Nasıl ama…1 ve 3000…
Hangi zengin bir işçinin bir ayda harcadığı emeğin üç bin katını harcayabilir ki. Yahut hangi bilim emek-zaman eksenli bunu mantığa bürüyebilir ki. İddiayla söylüyorum. Bir ülkede bir işçinin-emekçinin en üst kalifiye emeği karşılığı bir ayda kazandığının üç mislini kazanan her zengin hırsızdır.
Öyle zenginler vardır ki; Önlerine para basma makinesi koyun ve ömürleri boyunca her nefes alış verişlerinde bir ülkedeki en büyük banknotu bassın. Ara vermeden bastıkları her baknot da kendilerinin olsun. Bugünkü zenginliklerinin yanında devede kulak bile olmaz. Alın hırsızlığa suçüstü.
İşte bütün mesele bu. Yoksa mesele ekonomi veya o alanla ilintili bir bölümü layıkıyla bitirip o alanda layıkıyla iştigal etmek değil. Bu bir tercih meselesidir. Mide meslesidir: Başkasının alın terine konup konmama meselesidir. Bu bölümü-bölümleri okuyup “nasıl daha iyi sömürülür” şeklinde efendiye üstün danışmanlık hizmetlerinden dolayı kısmi zenginlik ile taltif edilenler de var. “Emek en yüce değerdir. Ona uzanan el iflah olmaz” diyenler de…Sevgiyle…
Kaynaklar
- Nikitin. (1990). Ekonomi Politik. Yayınevi: Sol yayınları. sf: 439.
- Zubritski, Mitropolski, Kerov, et al. (1987). Kapitalist Toplum. Yayınevi: Sol yayınları. sf: 167.
- Ernest Mandel. (2008). Marksist Ekonomi El Kitabı. Yayınevi: Özgür Üniversite. sf: 685.
- Marc Ferro. (2002). Sömürgecilik Tarihi. Yayınevi: İmge Kitabevi. sf: 673.
- Karl Marx. (1999). Grundrisse 1. Yayınevi: Sol yayınları. sf: 405.
- Server Tanilli. (1994). Yüzyılların Gerçeği Ve Mirası 1. Cilt. Yayınevi: Cem Yayınevi. sf: 644.