Enerji metabolizmasını anlamak için neden beslenmenin temel bir canlılık devamı faktörü olduğunu kafamızda bir toparlamamız lazım.
Biyolojik organizmalar, moleküler seviyeden organizmaya ait bütün sistemler bütününe kadar oluşturdukları enerji dönüşümü üzerinden hem yenilenerek hem de savunma sistemleriyle, mutlak bozulmaya (entropi) direnç gösterirler. Bu direncin temelini, enerji döngüsünün devamını sağlayan şey de, düzenli enerjiye sahip BESİNleri dışarıdan almaktır.
Kritik nokta, aslında biyo-sistemler, temelde ELEKTRONa ihtiyaç duyar. Evrimsel olarak canlılık güneş merkezli geliştiği için, güneşten gelen yüksek enerjili elektronlar, yaşamın temel ihtiyacını oluşturmuştur. Bitkiler, güneşten gelen elektronları tutarak dokuya çevirir. (klorofil) Hayvanlar ise, bitkilerin dokuya çevirdiği halini metabolize ederek, dolaylı yoldan alırlar bu elektronları. Et yiyen hayvan ya da insan, dokuya çevrilmiş elektronların (bitkilerin), metabolize edilerek tekrar dokuya çevrilmiş halini (et) alır, hem mekanik sindirim için koca endokrin sistem çalışır, iki kere zip lenmiş bir dosyanın açılması gibi, enerjiye ulaşmak zorlaşır.
Temelde beslenmenin amacı vücut için gerekli esansiyellerin (olmazsa olmaz) alımı ve karbon bağlarındaki yüksek enerjili elektronlara ulaşmadır. İşte canlı yapılarda bu elektronlar evrimsel gereklilik mekanizmalarıyla depolanır ve bu yüzden metabolizma için önemlidir. Oysa işlenmiş, ultra işlenmiş ya da cansız maddelerde hayatta kalma güdüsünün olduğu bir yapıya bağlı oluşum olmayacağı - kalmayacağı için elektron miktarı azalacaktır. Özellikle MARGARİN, elektronlarını kaybetmiş ve gireceği organizmanın mitekondri ve hücre zarlarındaki elektronları çalmaya hazır bekleyen hırsızlardır. Yaşam karşıtıdır bu hidrojene doyurulmuş, yüksek ısıya maruz kalmış (oksidasyon nedeniyle bütün elektronlarını kaybetmiş), trans yağlar (trans, yapısı tamamen değişmiş başkalaşmış anlamında) vücuda alındıklarında, hayatta kalmayla ilgili işleyişi sabote ederek yaşamı olumsuz etkiler. Biz sonucu hemen göremediğimiz için lezzet gibi anlamsız nedenlerle bu tarz yaşamı sabote eden zararlıları görmezden gelebiliyoruz malesef. Dikkat edersek, işlenerek canlılığa ait bütün özellikleri yok edilmiş maddeler bize uyumlu değil. (Su moleküler yapısı ve evrimsel olarak canlılıkta oynadığı rol açısından bütün bu anlatılanların dışında kalmaktadır.)
Soruda geçen canlı hücreden kasıt, yenilen şeylerin canlı mı olması gerekiyor? anlamında sanırım. Ve evet. Mümkünse canlı olması gerekiyor. Canlılığını kaybetmemiş olması daha iyi. Uzun transport sürelerinde yapay olarak olgunlaştırılmış, endüstriyel yöntemlerle gerçeğine benzetilerek yapay olarak yapılmış (endüstriyel yoğurtlar, fermente olmayan market sirkeleri, makarna vs vs) maddeler, canlılıkla bağları kopmaları oranında bize hayatta kalmada yardımcı değil, zaralı olmaktalar. Bizim BESLENME NEDENİMİZ TAT - LEZZET İHTİYACIMIZI GİDERMEK DEĞİL. Enerji elde ederek yaşamda kalmak. Bu yüzden besinleri, tat eşiği şeker-gazlı içecek vs ile bozulmuş dilimizin lezzet algısı üzerinden seçtiğimiz sürece, kendimizi, canlılığımızı sabote etmeye devam edeceğiz. Bu yolla oluşan kronik ve dejeneratif hastalıklara sahip olup bunun kaderimiz olduğunu zannedeceğiz.
Ve bu nedenlerle ölürken aslında intihar ettiğimizi bilmeden öleceğiz.
Birey olarak canlılığa uygunluğunu denetlemediğimiz davranışlarımızın sonuçlarını yaşadığımız konusunda bilinçlenmeye çalışmak zorundayız.