Iyi ve kötü yargımız ailenin, yaşadığımız ortamın, makro olarak sistemin aynı değer yargılarını vermesi ve bunlar arasındaki uyum yani ahlak anlayaşımızı oluşturuyor. Ahlak, en azından kağıt üzerinde, sosyal türlerde uzun vadeli kolektif çıkarların korunmasına yarar. Bunlara ne kadar ve hangi nedenlerle uyacağımızı da mizacımız ve çevreyle etkileşimimiz belirler. Mizacımız kısmen genlerimiz üzerinden (strese dayanıklılık, empati, vb.), kısmen de çocukluk tecrübeleriyle (anne-çocuk ilişkisi, sosyalleşme vb.) şekilleniyor.
Bizim dışımızdaki türlerde de empati ve adalet duygusu var. Sosyal topluluklarda, belli kurallar dahilinda yaşamak gerektiğinde, uyumluluk için seçilim baskısı ortaya çıkar. Eşitlikçi (bonobo) veya baskıcı yelpazede (şempanze, babun) hiyerarşiler oluşabilir. Hatta buna dair çeşit kültür de nesilden nesile aktarılıyor. Ani bir değişiklikle saldırgan bireyler yok olursa, daha mülayim bireyler yeni ve daha eşitlikçi bir kültür yaratabilir, ancak bu görece nadiren yaşanıyor tabii. Rekabet arttığında ve bağlar veya denetim zayıfladığında, normlara aykırı davranışlar da artıyor.