Öncelikle Selamlar.
Eğitimin birçok tanımı olsa da en bilindik ve kabul edilen tanımı "istendik kültürleme sürecidir." Yani bunun tabiri caizse meali, öğreticinin, öğrenenlere içinde bulunduğu toplum ve zamanın kültürünü ve bilgilerini kasten öğrenene aktararak onu, ilerideki iş hayatına, sosyal ve kültürel yaşama ve topluma entegrasyonunu sağlamaktır.
Dünyada hiçbir zaman gerçek anlamda "iyi" bir eğitim sistemi olmadı, olamazdı, olmayacak. Çünkü bu iş sonuca bakarak olacak bir iş değil. Olması imkansız olmasa da insanlar, toplumlar, hükümetler ve bütçesel olarak oldukça zor.
Bizler öğrenci yetiştiriyoruz. İnsan yetiştiriyoruz. Robot yapmıyoruz... İnsanları eğitirken multi faktöriyellik söz konusu. Sadece en başta zeka türü farklılığı yüzünden öğrencileri toplu şekilde eğitmek en başta zorlu bir hale geliyor. Üstüne buna bilgi seviyeleri ve hazırbulunuşluk da eklendiğinde oldukça kısmı gruplandırma söz konusu oluyor. Tüm bunlardan sıyrıldığımızda çevre ve aile faktörü var. Okul, öğretmen ve arkadaş faktörü var. Bir konuyu anlamlandırabilmek için çoklu bilimsel bakma durumu ve gerekliliği var. Tüm bunlardan bağımsız olarak öğrenci ve öğreticiye sınır çizmen gerektiği için müfredat gerçeği var.
Zaten müfredat belirlendiği anda öğrencilerin katili oluyoruz. Çünkü sınırları belirleyen merkez bu işi masadan yapıyor. Bu da bazen yetersiz bazen kasıtlı bazen ön görülemez durumlardan kaynaklı öğrenci ve öğreticiye pranga vuruyor. Eğer müfredatı detaylandırırsanız öğrencinin neyi nasıl öğreneceğini masadan oturarak belirliyorsunuz. İyi de herkes bilir. Evdeki hesap hiçbir zaman çarşıya uymaz.
Müfredat istediği kadar iyi düşünülsün. Öğreticiye de öğrenene de prangadır. Bu sınırlılık öğrenmek isteyeni sınırlandırırken veya hızlı öğreneni yavaşlatırken, yavaş öğreneni de hızlandırmaya çalıştığı için öğrenmesini güçlendiriyor. Tabirimi caiz görün. Koşan atı durduruyorsun, otlayan atı koşturmaya çalışıyorsun. İyi de eğitim sistemi bir at yarışı değil ki. Müfredatı belirlemediğinde ise öğrencilerin genel anlamda sınayamıyorsun. Üstüne öğrenme eksikliklerini merkezden öğrenemiyorsun. Sınama işini öğretmene bıraksan da kimisi çok çok zor sorarak kimisi de çok çok kolay sorarak bu ortak sınamaya bir darbe vuruyor.
Öğretmenlerinizi anlıyorum. Ama hak vermiyorum.
Öğretmenleriniz size açık liseye geçmenizi söyleyerek kısaca " Git evinde merkezi (yks, msü, kpss, ales vb) sınavlara çalış okulla zaman kaybetme ki iyi bir üniversiteye gidesin." diyor dolaylı olarak. İyi de hayat, o sınavlardaki soruları doğru yapmak ve optik denen zımbırtıyı doğru doldurmaktan ibaret olabilir mi sizce ? Bunu kabul ediyor, doğru biliyorsanız en baştan belirteyim. Eğitim sistemi hangi ülkede olursa olsun. Size yarar sağlamaz. En fazla toplumsal statüsü geçerli bir meslek belki de çok para kazanmanızı sağlayacak bir iş elde etmenizi sağlar. Hayatın bu kadar olduğuna inanıyorsanız, artık bu metni okumanın sizin için bir faydası yok. Kapatabilirsiniz.
Çünkü ben eğitim hayatım boyunca tabiri caize yaka silkilen, lanet edilen, sınav dahi yapılmak istenmeyen; hayta, tembel ve başarısız biriydi. Hatta hala da öyleyim.
Bende hiperaktivite bozukluğu kesin var ve otizm şüphesi var. Ben bunu öğrendiğimde 24 yaşında bir öğretmendim. Benim öğrenim hayatım boyunca disiplin soruşturmaları, dayak, hakaret, aşağılama gibi insan hakları ihlali olan onlarca müdahale aldım. Bunu yeni kabul etmeye başladım, beni eğitim süreci öldürdü. Hayallerimi öldürdü bir kere. Farklı düşünmemi engelledi. Yaratıcılığımı söndürdü.
Şuanda parmakla gösterilen ve övülen bir öğretmenim ve açıkçası bu durum umrumda değil. Çünkü bu bana göre başarı değil. Bana göre başarı, çevre ve öğrenci faktöründen bağımsız olarak öğrencilere kendimi sevdirebiliyor, onları sorumlu oldukları ve öğrenmeleri gereken konuları ve geleceklerine ben rahatlıkla hazırlıyabiliyorum. Çünkü benim işim bu.
En lanet edilen, bir halt olmayacağı söylenen öğrencileri o Allahın cezası sınavlarda hayal bile edilemeyecek sıralamalara soktuğumda öğrenciden hatta kendinden ümidi dahi olmayan insanların surat ifadeleri çok fazla gördüm ben. İnanın çok güzel bir zevk.
Ben öğretmen olduğumdan beri sürekli öğrenmem gerektiğini öğrendim. Öğrenciler bilmediğim soru sorduğunda gurur duymayı öğrendim sırf onlar için o konuyu öğrenip gelmeyi öğrendim. Hayata çoklu bakmayı öğrendim.
Açıkça söyleyim. Okulda da okudum, bireysel olarak da hazırlandım sınavlara. Ancak bireysel olarak hazırlanmanım birçok dezavantajı var. Sosyalleşemediğiniz için zihniniz duruyor bir süre sonra bir kere. Bunu aşamıyorsunuz... Sosyalleşerek kafanızı dağıtmadığınız için öğrenmede verim %30 bile olmuyor. Bu da bence değmez bir şey. Okulunuza gidin. Ama okulunuzla birlikte gitmeyin. Onlardan çok daha hızlı öğrenşn. Sınavları kafanıza takmayın. Ne öğrendiğinizi sorgulayın. Nasıl öğrenebileceğinizi deneyin. İsmim cismim belli. Yardıma muhtaç hissederseniz bana sosyal medyadan ulaşın elimden geleni yaparım. Hayalleriniz, bilginiz kadardır ve inanın okullar ve sınavlar kaale alınmayacak kadar küçük bir detaydır.
Öğrencinin eski adı Talebedir. Talep edenden gelir. Öğrenci talep etmezse sistem hiçbir şey yapamaz. Öğrenci talep ederse sistem ona dayanamaz ve yıkılır. Bizim istediğimiz de bu. Renkliliklerini, hayallerini ve yaratıcılıklarını kaybetmemiş öğrenciler. Sizin başarınız hayallerinizdir. O sınav zımbırtıları değil... Ben öğrencilerimden bilgimi saklamadım saklamam. Hepsine, benden daha iyi olsunlar ben kendimi geliştiririm diyerek yaklaştım. Kendime hep güvendim ve toplumsal statülere hiç önem vermedim...
Eğitim çocuğa ay'ı göstererek bak bu aydır demektir. Ama öğretmenlik orada ne görüyorsun diye sormaktır. Bizler sadece sizin nereye bakacağınızı gösterebiliriz.
İsimim cismim belli. Sorun yaşarsanız burdan veya sosyal medyadan bana ulaşın. Herşey sorgulamak ve öğrenmekle başlar. Başarı denilen şey kovalanmaz. Manasız bir yarış.
Sevgilerle