Elbette. Bunlara birsürü örnek verebilirz. İlkçağ tarihlerinden başlayarak kronolojik bir sıra yapacağım.
İlkçağ
Thales : M.Ö. 625-545 yılları arasında yaşamış olan ve Antik Dünyanın Yedi Bilgelerinin en
Thales’e bakacak olursak aslında pek fazla bir evrim göremeyiz. Fakat fikirlerinin bir ileride olan nesile aktarıldığına bakacağız. Bu yüzden Thales önemli. Ona göre canlılığı meydana getiren ilk öğe (Arkhe(ἀρχή), Yunancadır ve ilk madde gibi anlamlara gelir.) öbür öğelerin oluşmasına neden olmuştur ve bu ilk öğe sudur Thales, bu ilk öğenin yoğunlaşarak katı cisimlere, buharlaşarak havaya dönüştüğünü söylemektedir, hava ise ateşi oluşturur. Bu da aslında bir tekrarlayan süreç anlamına gelir. Dünyamızın kaynağı olan su ise aynı zamanda dayanağıdır ve Dünya’yı her yandan kuşatır. Thales’e göre, suyun olmadığı yerde hayatında olmayışı, bu maddenin aslî oluşunun en güçlü kanıtlarından biriydi Thales, “ilk neden su’dur” diyerek kuramsal bilgi düşüncesine ilk yer veren kişi olarak tanınmıştır. İşte bu sıçrama, bilimsel ( daha çok simyasal ) ilerlemenin ilk çabaları ve neticeleridir.
Anaksimandros : Thales'in kendi okulu olan Milet Okulu'ndandır. Thales'in öğrencisidir ve Milet Okulu'nu Thales'ten sonra devralan kişidir. Anaksimandros Thales'ten başka bir fikri savunarak ilk öğenin sonsuz, apeiron olduğunu savunmuştur. Anaksimandros’a göre, insanlar önceleri balıkların arasında oluşmuş ve kendilerine bakacak hale geldiklerinde karaya çıkmışlardır. Bu da neredeyse evrimin ana olaylarından bir tanesidir.
Anaksimenes : Anaksimenes ilk öğe havadır demesine rağmen Anaksimanos ile aynı fikirdedir. O da insanların bir ıslak alandan geldiğini düşünmektedir.
Aslında Thales'in etkisi her iki düşünürde de etki yapmıştır.
İslam Rönesansı, Karanlıkçağ
İslam Rönesansı düşünürlerinden birçoğu aslında İslam-Evrim Sentezciliğinin temelini atmıştır.
El-Cahiz : Darwin'den yaklaşık 1000-1100 yıl önce yaşamıştır ve ilk İslamm Rönesansı düşünürlerinden de bir tanesidir. Evrim Ağacı kendi yazısında da bu kişiye yer vermiş, şu paragrafı da örnek vermiştir (El-Cahiz'den)
Sıçan, yemek aramaya çıkar, bulur, yakalar ve yer. Küçük kuşlar ve diğer küçük hayvanları yer. Bebeklerini yılanlardan ve kuşlardan korumak için yer altı tünellerinde saklar. Yılanlar sıçanları yemeyi çok sever. Yılanlar da kendilerini kendinden büyük olan kunduzların ve sırtlanların tehlikesinden korur. Sırtlan tilkiyi ve kendinden küçük diğer hayvanları korkutur. Varoluş, başkasının yemeği olmaktan geçer, esas kural budur. Bütün küçük hayvanlar kendinden küçükleri yer ama her büyük hayvan kendinden büyüğünü yiyemez. İnsanlar da hayvanlar gibidir. Allah bazı bedenlerin ölümünü diğerinin yaşamı için sebeplendirmiştir ya da diğerinin yaşamını bir başkasının ölümü için.
Eğer güvercin siyahsa gebelik olduğunda ve olgunluk sınırlarını geçtiğinde, yumurtalıkta çok yüksek sıcaklıklara geri getirilebilir. Aynı şey insanlarda da gerçekleşir, çünkü annenin vücudu normalden daha yüksek bir sıcaklıkta yaşar, karanlık olur ve saçları küçülür ve kıvrılırlar (siyahi insanların kökeni için yapılmış bir yorum).
Bir bölgedeki hava şartları kötüleşince, suyu kötüleşir, toprağı kötüleşir, bu durum hayvanların insanların fıtratını değiştirir.
Aslında El-Cahiz de o döneme göre gayet tutarlı bir atış gerçekleştirmiştir.
El-Farabi: Aslında birçok yerden tanıyoruz. Kendisi 900'lü yıllarda yaşamış ve İslam-Evrim Sentezciliğinin temellerini atan birisi. O da yine Evrim Ağacı platformunda da paylaşıldığı üzere şöyle demiştir:
Evvelâ ustukuslar (hava, su, ateş, toprak/cevher) hasıl olurlar. Sonra o cins ve tabiâtteki cisimler hasıl olurlar ki buhar ve bu zümreden olan bulutlar, rüzgârlar ve havada vuku bulan diğer şeyler ve yerin dolayında, altında, suda ve ateşte olan şeyler bu kabildendir. Bunlardan da sair cisimlerin var olması gerekir öyle ki: evvela ustukuslar birbirleriyle karışarak bunlardan birbirine zıd olan birçok cisimler hasıl olur. Sonra, bu zıdların bir kısmı yalnız birbiriyle karışır; diğer bir kısmı ise hem birbiriyle hem ustukuslarla karışarak ikinci bir karışma hasıl eder ki bundan da suretçe birbirine zıd olan birçok cisimler hasıl olur. … Böylece karışa karışa eski terkiplerden (sentezlerden) daha karışık yeni terkipler hasıl olmakla, öyle bir raddeye gelirler ki artık karışma imkânını gaip ederler ve onların karışmalarından hasıl olacak cisimler, onlardan da ustukuslar kadar uzak kalarak ihtilat (karışım) son bulmuş olur. Böylece bazı cisimler ilk ihtilattan, bazıları ikincisinden, diğerleri üçüncüsünden bazıları da son ihtilattan hasıl olurlar. Madenler nispeten sade ve ustukuslara daha yakın ihtilatlardan hasıl olmakla ustukuslardan az uzaktadırlar. Nebat (bitki) daha girift olup ustukuslardan daha uzak terkiplerle hasıl olur ki evvelkilere nispetle ustukuslardan daha uzakta kalır. Nâtık olmayan hayvan (konuşamayan hayvan) bitkiden daha karışık bir terkipten husule gelir. İnsan ise, müstesna suretle, son terkipten hasıl (ekin) olur.
Yine Farabi de gayet güzel bir atış yapmış.
İbn-i Haldun: 1300'lü yıllarda yaşamıştır ve neredeyse İslam Rönesansı'nın bitiş dönemine denk gelmiştir. Bu dönemde de yine evrime benzeyen şeyler söylemiştir:
… Yaratılış dünyasına bakmak gerekir. Önce madde oluşmuştur. Dereceli bir şekilde ilerlemiş, bitki ve hayvan oluşmuştur. Minerallerin son basamağı, bitkilerin ilk basamağıdır, tıpkı çimen ve tohumsuz bitkiler gibi. Üzüm ve hurma gibi bitkilerin son basamağı da hayvanların ilk basamağını oluşturur, tıpkı yılanlar ve kabuklu deniz hayvanları gibi. Buradaki “bağlantı” son basamaktaki her grubun bir üst basamağa geçmek için hazır olma durumudur. Daha sonra hayvanlar alemi sürekli genişler, çoğalır, yaratılış basamağında son olarak, düşünen ve ifade eden “insan” oluşur. İnsanların en üst basamağına, zeka ve idrakın olduğu ancak aktif düşünme ve ifadenin olmadığı maymunlar aleminden ulaşılmıştır…
Senin sorun ne kadar bilim insanları üzerine de olsa, bu kişilere o dönem ile bir bilim insanı diyemeyiz. Çünkü bilim kimliği simyadan çok daha sonradır. Az çok zıt olacak şekilde de eski dönemlerde olan insanlar bu işleri simya, daha doğrusu eski kimya filozofluğu ile yapıyorlardı.