Önce kendimizi, sonra canlı olmayı özel, önemli, üstün algılama eğilimimiz, ŞEYleri bir hiyerarşiyle değerlendirmeye neden oluyor. Böyle olmamalı demek değil. Sadece bunu mutlaklaştırmadan da, rasyonaliteyi koruyarak da bakmayı gözden kaçırmamak gerekiyor.
Evrenin işleyişi, 2. termodinamik ilke entropinin etkisiyle, olasılıkların artışı (biz buna düzensizlik diyoruz malesef) ilkesine göre işlemekte. Hiç bir zaman bizim düzen tanımımıza uygun zuhura geliş göremeyiz. Çünkü bizim düzen algımız olasılıkların çoğalarak zenginleşerek değişimini bir düzensizlik olarak yorumlayacak sığlıkta. Aksine olasılıkların en aza indiği, değişimin minimuma geldiği yapılaşma bizim için düzen demektir. Ama evrensel işleyiş için bu karikatürize bir yaklaşım gibi görünmekte.
Evrenin oluşum aşamasında hidrojen atomlarının saçılmasıyla nötronlarla birleşerek helyum atomlarının oluşumu, bunların kendinden küçük hidrojen atomlarını çekerek büyümesi, büyümenin kritik noktasında (sıcaklık+basınç) helyum atomlarının birleşmesi, karbon silisyum demir vs atomlarının oluşması süreçleri aslında evrenin işleyişinin çoğalma, artma, zenginleşme, olasılık artışı üzerinden geliştiğini gösteriyor. Aslında yıldız ve gezegenlerin oluşumu da bizim küçük zihnimize göre çoğalma-üreme olarak tanımlanabilir. İlksel yıldızlar süpernova olarak patlayacak, materyalini uzaya dağıtacak ki yeni maddeler, gezegenler vs oluşsun. Sürekli olarak de yeni yıldızlar oluşmakta.
Kimyasal evrimden biyokimyasal evrime geçiş de bu sürecin devamı, kompleksleşme, olasılıkların artışı olabilir mi acaba. Madde parçacıkları nasıl kendi aralarında kütleçekim üzerinden bir yapı oluşturuyorsa, mikro düzeyde moleküller de kendi arasında çok faktörlü (daha kompleks) işleyiş alanları oluşturdu. Yani biyo yapıları canlı yapılardan jiletle ayıramayız. Aynı evrensel kanunların sonuçlarıdır çünkü.