Olasılık ve oluş, hepsi bu!
Bizim için ihtiyaç fakat evren ve evrim için değil!
Biz insanlar dışımızdaki canlı varlıklar ile evrenin geneline değin cansız varlıklara, kendimiz üzerinden bir kişilik atfetme ve bunun üzerinden onları değerlendirme eğilimli varlıklarız.
Bu hem yalnızlığımızın giderilmesine yönelik rahatlatıcı bir işlev görür hem de çaktırmadan kendimizi merkeze koyma durumunu meşrulaştırır. Oysa korkarım ki ikisi doğru değil.
Canlılığı devam ettirme ihtiyacı “ihtiyaç “olarak bizim için var çünkü biz bilinçli varlıklarız. Ancak evrenin ne böyle bir zorunluluğu ne de ihtiyacı yok.
Biz hayatta kalmaya çalışıyoruz çünkü genetiğimizin bir dayatması var. Bunu bir de bilinç düzeyine taşıdığımızda, yaşamın devamı yönündeki arayışımız daha bir iradi oluyor fakat bu evrim öyle istediği için olmuyor. Aksine evrim bunun nedeni değil devam edegelen sonuçlarıdır.
Yaşam olağan akışı içinde sürer. Devinim ve değişim maddi evrenin kaçınılmazlığı. Hareket evrenimizin özü.
Doğal olarak bütün bunlar koşulların sürekli değişmesi anlamına gelir. Koşullar değişiyorsa ve bu evrene içkin zorunlu bir durum ise, bizler de bu evrenin bir bileşeni isek, haliyle değişmek zorundayız.
Bu değişim bazen genel değişim ile örtüşür (Kan uyuşur) ve yeni duruma uyum yönünde dönüşenler yoluna devam eder. Bu evrimdir. Ancak bazıları her ne kadar kesintisiz değişime uğrasa da, everenin geneli için geçerli olan aşamalı veya ani değişimlere ayak uyduramaz (Dinozorlar ve meteor yağmurları misali) ve elenir. Elenenler için evrim sona erer. Yaşam da…
Ne evrim açısından ne de evrenin genel işleyişi açısından burada canlılığı sürdürmeye yönelik (hatta cansızlığı da) ne bir ihtiyaç ne iradi ne de dayatılmış bir zorunluluktan söz edemeyiz. Yani ne evrimin ne de evrenin ne canlılık için ne de cansız varlıklar için geleceğe yönelik planlanmış bir ajandası yoktur. Sadece olasılık ve oluş vardır.
Bunun aksi bir değerlendirme bizi öte aleme götürür ki, burada artık bilimden söz edemeyiz. Evrenin kanıtlı temel yasalarından da evrimden de…
Aslında genelde evrenin maddi temelli yaşı, özelde evrimin cansızlıktan canlılığa geçiş ile başlayan serüveninin yaşı ile biz insanların bu dünyadaki varlığı süre açısından karşılaştırıldığında biz henüz bir metrenin ( milimetre cinsinden) son çentiğinde bile değiliz. Fakat bazen değerlendirmelerimiz evrenle yaşıtmışız gibi olabilmekte ve evrene kendimizden menkul bir kimlik, kişilik, bilinç atfedebilmekteyiz.
Hal böyle olunca da bizleri yöneten ve aslında doğa tarafından yönetilişimizin bir yansımasından (hormonal-kimyasal) başka bir şey olmayan duygularımızı, başka canlı ve cansız varlıklar üzerinden de ifade etme yoluna gidebilmekteyiz.
Sonuç olarak bu bir olumsuzluk değil aksine evrenimizi ve evrimimizi anlama ve anlamlandırma çabamıza muazzam bir doping görevi de görüyor, daha ötesi değil…