Cahil olduğu kabul edilen (ya da öyle nitelenen) bir zihnin sorusu olarak, cahillik sıfatı insan türünün bir özelliği mi şeklindeki soru, felsefi anlamda bir kısır döngüye dönüşmekte.
Her şekilde, evreni algılamada bir bilişsel sınırı olan her varlık, insan tabiri ile "cahil" olmak durumundadır. Ancak bu durum aslında cahillik değil, uyumlanmanın bir sonucudur. Algı kısıtlılığı (umwelt), türlerin kendi alanlarında ihtiyaç duydukları bilgi ve uyaranları alıp kullanmalarını sağlar. Gereksiz olanlarla meşgul olmadan yaşamlarını sürdürebilirler. İnsan türü için, çok düşük ve çok yüksek frekanstaki seslere duyarsızlık gibi. Işık tayfının çok ama çok ufak bir kısmını görebilmesi, diğer dev kısmına kör olması gibi. Evrende var olan bilginin çok üzeri çok küçük bir kısmından haberinin olması gibi. Temel olan yaşamda kalmadır çünkü. Bu da, dünya okulunun bir deneyim alanı olması, bir tekamül alanı olarak her bireyin gelişimini kendi üzerinden sağlaması olarak okunabilir. Gerçeklik kurgusu, can verilmiş her varlığı, dünya sahnesinde tutma (kaç ya da savaş yeter ki yaşamaya devam et) çabasında görünüyor. İnsan türü kendi algı, bilinç seviyesini değiştirmedikçe zaman mekan kısıtlılığı içinde hapis kalmaya mahkum, ancak buradan kurtulmaya açık bir potansiyelde gibi görünmekte. Bilinç gelişimi - tekamül için yapılacak her türlü çaba çok değerli, çünkü yapılan her çabanın kollektif sonuçları, türün diğer bireylerini de etkilemekte. Yapılan her olumlu ya da olumsuz seçimin bütünde etkisi (size göre az ya da çok) bulunmakta. İşte bu yüzden özgür irade var ve seçimleriniz, sorumluluğa dönüşmekte.