Herhangi bir konu için tamamen bilim dışıdır demek gittikçe zorlaşıyor aslında. Burada ayırıcı unsur, bilimin kendi yöntemleriyle açıklayabiliyor olması ve henüz açıklayamıyor olması durumları. Bilim, kendi metodolojisiyle ortaya koyabildiği her konuyu ele almak ister. Zamanla bilimin konusu olmadığını düşündüğümüz, ancak sonradan bilime giren konularda olduğu gibi.
Bir zamanlar meditasyon dalga geçilen, saçma bir konu olarak bilinir ele alınırdı. Ancak ölçme teknikleri - teknoloji ile parasempatik sistemi aktive ettiği ve hatta serebral korteksi kalınlaştırdığı, beyni alpha -8-13hz- ritmine ulaştırdığı, ibadet rutinleri de giriyor buna vs vs anlaşılınca, yoga bilimin tedavide yardımcı olarak kullandığı bir yönteme dönüştü.
Bilim, sadece kendi yöntemleriyle çözümleyemediği konuda yargıya, sonuca dair net bir hükme varmama etiğine sahip olduğu için, biz bilimdışı olarak tanımlıyoruz. Yoksa biliyoruz ki insan, tam olarak açıklayamadığı bir konuyu beyninin ortasında soru işaretleriyle tutmak istemediği için kısa yoldan, tutarsız bir hükme varmada ve kendini kandırmada oldukça yetkin bir düşünce yapısına sahip. Hepimiz böyleyiz. İşte bilinmezlerden tanrıya gitmek, ya da açıklayabildiklerinden tanrısızlığa gitmek çelişkileri de bunun sonuçları. Bu durumlar tersine her zaman dönecek oysa :)
Büyü sihir niyet gibi, doğrudan değil, dolaylı müdahele diyebileceğimiz yöntemlerin somut sonuçlarını dair şu an için deneylenebilir veri toplanamamakta. Bu nedenle de etki mekanizmaları var mı yok mu, varsa nasıl işlemektedir bilemiyoruz. Ancak o kadar çok anektodal veri var ki, kesin ve net konuşmak mümkün değilmiş gibi görünmekte.
Kendini gerçekleştiren kehanet, ya da toplumsal yaklaşımların, bireylerin tepki mekanizmalarını doğrudan belireleyebiliyor olmasıyla alakalı konularda büyüye benzer bir mekanizmanın gayet doğal yollarla işlediğini biliyoruz oysa. Anlayamamış olduğumuz konularda hep bir sihir, inanılmaz bir etki arayışımız, bizi yoldan çıkarıyor sanki.
Placebo ve nosebo nun somut etkilerini biliyoruz. Kişi, olmayan bir aktif maddenin olumlu ya da olumsuz somut etkilerini yaşayabiliyor. Bu da büyü gibi değil mi.... Aslında büyü. Konuyu daha iyi anlamak için biraz genişletelim mi.... Hadi,
Robert Rosenthal tarafından yapılan bir deneyde, bir teste tabi tutulan bir miktar öğrenci grubundan rastgele seçilen öğrenciler için deneyden habersiz olan öğretmenlere, bu çocukların çok yüksek puan aldıkları ve ileride çok başarılı olacakları söyleniyor. Oysa onların puanları diğerleriyle ortalama aynı değerdedir. 1 yıl sonra yeniden test yapıldığında, rastgele seçilen öğrencilerin diğerlerinden çok daha yüksek puanlarda sonuçlar aldıkları görülüyor. Öğretmenleri için sahte biçimde oluşturulan pozitif beklendi yani inanç, öngörü, olası sonucu ciddi oranda değiştirmiştir. Burada aklımıza placebo gelebilir. Onun kitlesel hali aslında. Mekanizma aynı. Büyü yapıldı öğretmene ve çocuklara. :)
Beklenti, öngörü, inançların bireylerin olası gelişim performansını pozitif olarak etkilediği geribilidirim döngüsüne PYGMALION ETKİSİ deniyor.
Aynı şekilde bir grup insan için beslenen negatif yargılar, beklentiler ya da inançlar da, (örneğin zenginler kötü insanlardır) tutumumuzun onlara yaptığı etkiyle negatif bir geribildirim döngüsünü oluşturmakta. Kişinin zihninde belli bir yargıyla beklentiyle tavır belirleyerek yaklaştığı insan grubunun davranış biçimi de buna göre şekillenerek, olası etkkileşim değişime uğramakta. Ve kişinin yanlış da olsa beklentileri gerçekleşmekte.
Buna da GOLEM ETKİSİ deniyor. Nosebo bireysel haliydi aynı etkinin :)
İşte kendini gerçekleştiren kehanetlerin kendini gerçekleştirebiliyor olmasının nedeni de bu geri bildirim döngüleri.
Her olayın diğer başka olaylarla direkt ya da dolaylı yollarla bağı olacaktır, biz bunları anlayamadığımız için sonucun tahminlerimizin ötesinde olmasını kavramakta zorlanıyoruz. Bilimsel metodlarla açıklayamadığımız için de tanımsız kabul ediyoruz, ya da doğrudan hurafe diyoruz. Ancak bizim bilmiyor açıklayamıyor olmamız, onların var olmaması demek olmuyor.