Zihinlerimiz tamamlayıcıdır.[1] Herhangi bir şeye dair ilk veya yeni algıda zihninizin olumlu yönde bir algısı veya anlamlandırması varsa zihniniz boşlukları (bilinmeyenleri) zengin bir biçimde doldurur. (Tabi olumsuz yönde olan durumlarda da tersi olur ve zihniniz o şeyi olduğundan çok daha kötü (korkutucu, ürkütücü veya içinde 'kaybolacağımız' kadar belirsizliklerle dolu) algılayabilir. ) Mesela ilk defa gittiğiniz bir mekanı zihniniz olduğundan başka şekilde anlamlar yükleyerek, buna daha önceki zihinsel deneyiminizi ekleyerek algılamanızı sağlar. Beyinlerimizin bunu gerçekte nasıl yaptığını ve bunun sebeplerini (görmenin nasıl bir süreç olduğunu anladığımız da) az sonra biraz daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum. Siz aslında her gördüğünüz şey de önce kendi içinizdekini ve aslında kendinizi yaşarsınız içten içe derinden derine. Bu esasen tamamen sizin iç dünyanızın kurguladığı imgelemlerin dışa yansımasıyla olur. Bu nedenlerle de yeni tanıdığınız kişiye dair algınız da o kişinin gerçek durumundan çok size dair sizinle ilgili başka bir duruma ilişkindir aslında. Gerçek kişi ile zaman geçirip o kişiye dair zengin algınızdan ve zihninizdeki kurgudan gittikçe uzaklaştıkça ise bahsettiğiniz sıradanlaşma, basitleşme veya soğuma durumu meydana gelir.
Zihinlerimiz hem algılama biçimi, hem anlam hem de imgeleme yönünden tamamlama işlevine sahiptir. Zihnimizde çeşitli anlamlar çeşitli sembol ve imgelerle birlikte kodlanır. Zihinlerimizdeki tüm veri işleme süreci önceden kodlanan kalıp diyebileceğimiz imgeleşmelere veya sembolleşmelere dayanır. Bu nedenle örneğin gökyüzündeki bulutların şeklini zihinlerimiz işlerken nasıl ki benzetme eğilimi taşıyorsa, her nesneyi zihinlerimiz tanımlarken bu şekilde önceden yüklü verilere göre işleme yapar. Aslında burada zihinlerimiz algısal tamamlama yapmış olur. Yani kendindeki bir çok unsuru tamamlama yaparken algılara ekleyebilir. Örneğin görme duyusu hayal unsurları ile birlikte bir bilinç deneyimi olarak çoğu zaman bizlerde (farkında olmadığımız şekilde) gerçekleşir. Gördüğümüz şeylere bu yüzden anılara dair hisler, hislerdeki anlamlar ve hislere dair semboller eklenebilir. Örneğin gördüğünüz bir tablodaki anılarınızdaki küçük bir unsur veya imgenin etkisiyle tabloda gördüğünüz manzara zihninizin bilinç deneyiminde anılarla ve hislerle birlikte o an işlenecektir ve o tablonun size verdiği his çok başka olacaktır. Bu yüzden de Şems bu gerçeği ifade etmiş ve 'senin baktığına herkes bakar ama senin onda gördüğünü herkes göremez' demiştir. İşte bu gibi durumlarda o anıya dair imgeleri zihniniz görsel olarak o tabloya dahi siz farkında olmadan hayalimsi bir tanımsızlık içinde o anıya dair hislerinizi de canlandırarak tabloya yansıtabilir. Bu da esasen normaldir Çünkü insanda iki göz vardır. Biri dış göz biri de iç/hayal gözü. Gözünüz kapalı iken hayal kurabilmeniz iç/hayal gözümüzün varlığındandır. Aslında bu çok ilginç bir durumdur. Gözlerimiz kapalı iken örneğin rüyada bile birşeyler görmeye veya algılamaya devam ederiz. Bu durumda hayalimizde görünenleri hatta duyulanları beynimiz kendi üretmiş veya var etmiş olur. Peki ama biz bunları nasıl görüyoruz. Sonuçta gözlerimiz kapalı. Eğer bu görüntüler görme merkezinde gözlerimiz kapalı iken dahi oluşabiliyorsa bu durumda o sırada beynimizde oluşan imgeleri nasıl görüyoruz. Normalde biz gözlerimizle gördüğümüzü sanıyoruz ancak gözlerimiz kapalı ve devrede değilken de görme algısı beynin içinde devam edebiliyor. Bu çok çok ilginç bir durumdur. Bunun ilginçliğini anlamak için bir PC de bunun gerçekleştiğini düşünün. PC içinde görüntü ara birimi olan ekrana görüntüler yansımadan kendi içindeki verileri işleyip kendi içinde görüntüye dönüştürebiliyor demek olacaktır. . Devrelerdeki bilgi bu durumda nasıl PC içinde görüntü ara birimi olmamasına rağmen görüntü olarak PC tarafından görülebilir, izlenebilir veya oynatılabilir ki. Bizler doğrudan dış dünyadaki görüntüleri doğrudan gördüğümüzü sanıyoruz ancak görme işlevi gerçekte bu şekilde gerçekleşmiyor. Bizler gerçekte dış dünyadan alınan görüntüleri beyne aktarılarak ve beyin tarafından işlenerek görme merkezinde oluşturduğu görüntüleri görüyoruz. Yine bunu da bir pcye uyarlarsak PC kamerası dış dünyadan görüntüleri alır elektromanyetik dalgaya dönüştürür ve iç devrelere iletir ve kaydeder. Öylesine bir makine düşünün ki işte bu iç devrelerde olan veriyi tekrar makine içinde işleyip görüntüye dönüştürüyor ve makine kendi içinde devrelerinde oluşan görüntüyü görmüş oluyor. Normalde Devrelerde yer alan elektromanyetik veri doğrudan görüntü içermemesine rağmen bir dönüştürme veya kod okuma süreci sonucu görüntü ara birimi (ekran) sayesinde bu veri görüntülere dönüştürülmüş olur. Peki ama Beynimizdeki nöral ağlardaki sinirsel ve özü de yine elektromanyetik etkileşime dayanan veriler görme merkezinde nasıl görüntü olarak algıladığımız verilere dönüşüyor. Bu durumda bizim görme eylemimiz de bir tür veriyi dönüştürme süreci olabilir mi. Gören gözlerimiz değil beyinlerimiz ise ( yukarda belirttiğim gibi gözler yardımı ile ışık yolu ile alınan veri nöral devrelere iletilir ve bu şekilde beyinde görme merkezinde görme olayı gerçekleşir. Yani gözler sadece esasen görme bakımından veri iletim araçlarıdır bir PC deki kamera birimi gibi düşünebilirsiniz. ) Bu durumda ise biz Nöral ağların gördüğünü iddia edebilir miyiz. Nöral ağlar gören durumunda ise gören ve görülen arasındaki ayrımı nasıl açıklarız çünkü her ikisi de sonuçta beynimizde gerçekleşir. Yani görme de görülme de beynimizin içinde olup biten süreçlerdır. Görme ve görülme aynı devrelerde oluyorsa bu durumda ortaya paradoks çıkar. Çünkü devreler kendilerindeki veriyi kendileri görmüş olurlar. Bu bir nevi kendini görme sürecine benzer. Sonuçta dış dünyadaki görüntüler sinir sistemi yolu ile bir şekilde beyne geçirilmekte ve beyinde uygun nöral devrelerde sinyallere dönüştürülmektedir. Yoksa bizler dış dünyayı doğrudan bir biçimde görmüyoruz. Yani gören ve görülen şey arasında ışık yolu ile bir etkileşim olmadan ve bu etkileşimin sonucu olarak görülen görenin 'bünyesine' geçirilmeden görme olgusu gerçekleşmemektedir. Bu durum da kamera kaydının yapılmasındaki sürece oldukça benzer. Görüntüler mercek yardımı ile alınıp kameranın kendi bünyesine uygun formata dönüştürülüp devrelere işlenir.
Konuyu daha fazla uzatmaz isek kısacası iç gözümüz ve diş gözümüz hayatımızda daima birlikte ve iç içe geçmiş bir biçimde veri işlemesi yapar ve bize beynimizin daha önceki deneyimsel durumuna göre kendi gerçekliğimizi yaşatır. Bizler bu nedenle gerçekte çoğu zaman karşılaştığımız durumlarda, olgularda, kişilerde aslında kendimizi veya kendimizdekileri yaşarız. Şemsin dediği gibi senin baktığına herkes bakar ancak senin onda (o kişide veya olguda) gördüğünü herkes göremeyecektir. Çünkü senin gördüğün ama herkesin göremediği şey gerçekte senin kendi 'içinde' gördüklerindir.
Kaynaklar
- D. Eagleman. (2016). Beyin: Senin Hikâyen. ISBN: 9786054729692. Yayınevi: Domingo Yayınevi.