Günümüz akıllı telefon pazarındaki durgunluğa benzer örnekleri tarihte defalarca gördük. Mesela DVD oynatıcılardan sonra Blu-ray teknolojisinin çıkışını, sonrasında ise çevrimiçi yayın platformlarının (streaming) hızla yayılmasını hatırlayın. DVD, "artık miladını doldurdun!" dedirtecek kadar sarsıcı yeniliklere maruz kalmıştı. Ancak Blu-ray → streaming geçişi sırasında kullanıcıların büyük bir kısmı "Artık yeterince iyi görüntü kalitesine sahibiz" diye düşünmeye başladı ve devrimsel farklar giderek görünmez hâle geldi. Bugün de akıllı telefonlar, benzer bir "bu kadarına gerçekten gerek var mı?" sorusuyla karşı karşıya.
Akıllı telefon sektöründe yaşanan yavaşlama, yalnızca donanım sınırlarına yaklaşmakla ilgili değil. Bir ürünün yenilik kapasitesini, gibi basit bir formülle yorumlayabiliriz. Burada "yeni modellerdeki fonksiyonel artış"ı, ise "endüstrinin AR-GE yatırımları"nı temsil eder. Elbette sektöre daha çok yatırım yapılırsa yenilik hızı (yani ) artacaktır, ama bu artış belirli bir olgunluk aşamasına gelindiğinde doygunluğa ulaşır; tıpkı bir lojistik büyüme eğrisi gibi. Geçmişte hızla yükselen akıllı telefon performansı, şimdi daha çok yazılım optimizasyonları, küçük kamera güncellemeleri ve nispeten ufak tasarım değişiklikleriyle sınırlı kalıyor.
"Neden her yıl yeni model çıkıyor?" diye soranlara ise sistematiğin cevabı şu şekilde olabilir: Markalar, eskisi kadar sarsıcı olmasa bile düzenli güncellemelerle tüketicinin ilgisini sıcak tutmaya çalışıyor. Ancak çevreye verilen zarar, madencilik faaliyetlerinin artışı ve elektronik atıkların çoğalması gibi faktörler düşünüldüğünde, uzun vadede bu döngünün sürdürülebilirliği sorgulanmaya başladı. Örneğin, lityum-iyon pillerin üretim ve atık sürecine dair uzun vadeli veriler incelendiğinde gibi bir ilişkiyle çevre kirliliği hesaplanabilir. Burada yeni cihaz sayısını, pil üretiminden kaynaklı kirliliği ve geri dönüşümün etkinlik oranını ifade eder. Geri dönüşüm oranı düşük kaldığında, üretim miktarı artsa da çevresel zarar katlanarak yükselir.
Gerçek bir "sıçramanın" gerçekleşmesi için katlanabilir (nispeten yapıldı), giyilebilir veya tamamen holografik ekranlara sahip aygıtlar gibi daha önce benzeri görülmemiş yeniliklerin hayata geçmesi gerekiyor. Aksi takdirde, bizleri bekleyen şey; tıpkı 20. yüzyılda doygunluğa ulaşan masaüstü bilgisayar pazarında gördüğümüz gibi, daha seyrek model çıkışları ve büyük güncellemelerin iki-üç yılda bir toplanıp sunulduğu bir düzene geçmek olacaktır. Yenilik arayışı bir yerden sonra sadeliğe, sürdürülebilirliğe ve bütüncül kaliteye evriliyor. Bu dönüşüm için ne kadar beklememiz gerekecek diye düşünüyor olabilirsiniz ancak bence asıl soru, kullanıcılar olarak "hazırız, bekliyoruz" demek yerine, o zamana dek hayatımıza gerçekten değer katacak cihazları seçmeyi öğrenip öğrenemeyeceğimizdir.