Bin bir yolu var!
Kendinden ödün vererek, kendi kendine yalan söyleyerek, yaranarak, kendini dayatarak ve nice yol ve yöntemi var.
Ancak mesele eşit koşullarda ve karşılıklı saygı ve kabule dayalı bir arkadaşlık veya arkadaş gurubu ise, bunun tek bir yolu var: Kanımızın ( düşünsel, duygusal, kültürel, siyasal, ekonomik vb.) uyuştuğu veya uyuştuğuna inandığımız kişi ve ya grupta rengimizi kaybetmeyeceğimiz veya karşıdakinin rengini kaybetmesini şart koşmayacağımız yol.
Bundan daha zor olanı ve bilgeliğe delalet edeni ise; karşıdaki kişi veya grup ile hiçbir şeyimizin uyuşmadığını bildiğimiz halde, kendimizin hayatta durduğu yerin sağlamlığına, akla ve mantığa dayalı oluşuna yönelik bir çekim merkezi oluşturacak denli duyduğumuz güven olabilir. Her baba yiğidin harcı da değildir.
Ancak her ne koşulda olursa olsun, şayet karşıdaki kişi veya grup, çıkar temelli ve içten pazarlıklı bir öncüle sahip değil ise; O kişi veya grup ile bağ kuracak olanın içten olması ve gerçekten emek harcaması gerekir. Bu da yetmez, kalıplarını kırıp ve hata yapma hakkı olduğunu bilerek bir yerden başlama cesaretine de sahip olması gerekir.
Neticede kendimize şu soruyu da sormayı ihmal etmemeliyiz: Eninde sonunda ve koşulların biz tarafından belirlenmediği kör bir zamanda yapmak zorunda olduğumuzu, şimdi, kendi inisiyatifimiz ile, gözümüz açık ve buna hazır olduğumuz bir dönemde neden yapmayalım.
Ve sonuç olarak sorudan bağımsız şekilde: A sosyallik bir kader değil, olsa olsa cesaret eksikliğinin beslediği bir tembellikten başka bir şey değildir. İçimizde saklı olan milyonlarca yıllık ortaklaşmacı, yüzbinlerce yıllık toplumsal genetiğimize güvenelim yeter.
Umarım haddimi aşmamışımdır. Sevgiyle…