Kadınların dilinin biyolojik olarak erkeklere kıyasla daha kısa olduğu yönündeki iddia, güncel anatomi, biyolojik antropoloji ve konuşma bilimleri literatüründe desteklenen bir bulgu değildir. İnsan dilinin morfolojisi; yaş, bireysel varyasyon, genel vücut ölçüleri ve gelişimsel faktörlere bağlı olarak değişkenlik göstermekle birlikte, cinsiyet temelli tutarlı ve evrimsel açıdan anlamlı bir uzunluk farkı ortaya konmamıştır. Bu nedenle söz konusu iddia bilimsel olmaktan çok, yanlış yorumlara ve tarihsel önyargılara dayanmaktadır.
Anatomik açıdan dil, iskelet kası temelli, oldukça esnek ve çevresindeki yapılarla (mandibula, hyoid kemik, farinks ve larinks) birlikte çalışan bir organdır. Yapılan morfometrik ve görüntüleme temelli çalışmalarda, dili oluşturan kas gruplarının hacmi, uzunluğu ya da toplam boyutunun cinsiyetler arasında belirgin biçimde ayrışmadığı gösterilmiştir. Erkeklerde ortalama vücut ve kafa ölçülerinin daha büyük olması, bazı organların orantısal olarak daha büyük algılanmasına yol açabilse de, bu durum dili cinsiyete özgü bir yapı hâline getirmez. Vorperian ve arkadaşlarının manyetik rezonans görüntüleme (MRI) temelli çalışmaları, dil ve supraglottik vokal trakt yapılarında gözlenen farklılıkların esas olarak genel vücut boyutu ve larinks konumuyla ilişkili olduğunu, dil uzunluğunun ise bağımsız ve cinsiyete özgü bir ayrım göstermediğini ortaya koymuştur (Vorperian et al., 2005).
Bu iddianın yaygınlaşmasında, kadın ve erkek sesleri arasındaki farkların yanlış biyolojik çıkarımlarla yorumlanması önemli rol oynamaktadır. Erkeklerde ergenlik döneminde testosteron etkisiyle larinksin aşağıya inmesi ve ses tellerinin uzaması, daha kalın ses tonuna neden olur. Ancak sesin frekansı ve rezonansı, doğrudan dil uzunluğuna değil; ses telleri, larinks konumu ve vokal traktın genel geometrisine bağlıdır. Titze’nin konuşma üretimi üzerine yaptığı fizyolojik açıklamalar, dilin uzunluğunun değil, hareket kabiliyeti ve koordinasyonunun konuşma üzerindeki temel belirleyici faktör olduğunu göstermektedir (Titze, 1994).
Evrimsel açıdan bakıldığında, eğer kadınlar ve erkekler arasında dil uzunluğu bakımından belirgin bir fark olsaydı, bunun cinsel seçilim, beslenme stratejileri ya da üreme başarısı ile ilişkilendirilebilir olması gerekirdi. Oysa insan evriminde dil, öncelikle karmaşık konuşma ve sembolik iletişimi mümkün kılan bir organ olarak seçilim baskısına uğramıştır. Bu seçilim, tür düzeyinde bilişsel ve iletişimsel kapasitenin artmasına yöneliktir; cinsiyetler arasında morfolojik bir ayrışmaya değil. Lieberman’ın insan konuşmasının evrimi üzerine yaptığı kapsamlı analizler, dilin anatomik evriminin tüm Homo sapiens popülasyonlarını kapsayan ortak bir adaptasyon olduğunu, cinsiyet temelli bir farklılaşma göstermediğini açıkça ortaya koymaktadır (Lieberman, 2007).
Tarihsel olarak bu tür iddiaların, özellikle 19. ve erken 20. yüzyılda, kadınların bilişsel ya da biyolojik açıdan “eksik” olduğu yönündeki ideolojik yaklaşımları desteklemek amacıyla üretildiği de bilinmektedir. Modern biyolojik antropoloji ve evrimsel biyoloji, bu tür genellemeleri bilimsel yöntemler ve geniş örneklemlerle geçersiz kılmıştır. Bugün gelinen noktada, dilin uzunluğu açısından cinsiyetler arası bir hiyerarşi ya da evrimsel anlam taşıyan bir farktan söz etmek mümkün değildir.
Sonuç olarak, “kadınların dilinin erkeklerden daha kısa olduğu” yönündeki iddia bilimsel temele sahip değildir ve bu nedenle evrimsel bir açıklaması da bulunmamaktadır. Gözlenen küçük farklılıklar, bireysel varyasyonlar veya hormonlara bağlı işlevsel özelliklerle sınırlıdır; bunlar insan evriminde adaptif, cinsiyete özgü morfolojik bir ayrışmayı yansıtmaz.